Mektup - 15

                                                                                       17 Ekim 1977
Sevgili Belma,
Henüz senden yeni bir mektup almadım ama gördüğün gibi yazmayı ihmal etmiyorum. Senin mektupların bana geç ulaşıyor ama sen de yazmayı ihmal etme. Şu anda dışarıda yağmur yağıyor. En sevdiğim mevsim sonbahar geldi. Bazan daha burada kaç sonbahar göreceksin diyorum ama benim gayretime gerek kalmadan hemen kafamdan siliniyor bu düşünce. Hayata ve yarına o kadar büyük güvenim var ki, istesem bile kapılamıyorum umutsuzluğa. 
Burada şu anda bir-iki romandan başka okunacak şey de yok. Kendimi spora ve düşünmeye verdim desem yeridir. Yalnız bu ortam bazı pislikleri (kendimde değil) ortaya çıkarıyor ve bunları görmek de hiç hoşuma gitmiyor. İnsan gerçekten zor günde belli oluyor. İstanbul’dan ayrıldığımızdan beri öylesine şeyler gördüm ki, insan yetiştirme usulümüze (hataları da unutmayarak) güvenim çok arttı. 
Avukatlar mahkemeden sonra gelecekler. Onlarla Türkiye üzerine bazı kitaplar gönderin (özellikle, Ali Gevgilili: Türkiye’de 1971 Rejimi; Emre Kongar: Türkiye’nin Toplumsal Yapısı; Yerasimos: Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye). Hepsi olmasa bile en azından birincisini göndermeye çalışın. 
Dediğim gibi burada spor yapmaktan ve düşünmekten başka işim yok. Önceden geçilmemiş yollardan geçtik ve geçiyoruz. Teori her zaman önemlidir ancak belli bir birikimin sağlandığı noktadan sonra (ki o noktayı geçtik) pratiğin teorisinin yapılması önem kazanır. Buna başlamıştık biliyorsun ve sürdürmek gerek
Mektuplarında kendi geçmişini gözlediğini ve geneli görmedeki eksikliğinin nedeninin detayın yükü olduğu tespitinin doğruğuna inandığını yazıyorsun. Aslında aynı hatayı ben de yaptım bazan. İnsan yüzlerce şeye koşamaz, onların arasından en temel olanı seçip onunla uğraşmalıdır. Ancak bunu da bulmak her zaman kolay değil. İnsan olayların içinde olduğunda bazan ne yana koşacağını şaşırabiliyor. Herşeye dışardan baktığında ise aradığını daha kolay görüyor. Tıpkı yüzlerce insanın arasında iken birini aramak ile, bir tepeye çıkıp oradan bakmak arasındaki fark gibi. Aklıma eski mektuplarından birindeki bir cümle geldi (ilk mektubundu): Bugün ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana. Kendine haksızlık ediyorsun aslında, çok şeyi birlikte öğrendik. Ama bir noktada çok memnunum: Bana kendinde henüz isim koyamadığın bazı gelişmeler olduğunu yazıyor ama mutlaka olumlu gelişme diyorsun. Benim iyimserliğim ve yarına olan güvenim sana da geçmiş. Bunu görmenin beni ne kadar sevindirdiğini bilemezsin
Aklıma gelmişken belirteyim: Bizim evin küçük odasında bavullar vardı. Akrabalar veya başkası sorarsa karıştırma: Sen iki uzun bavulu görmedin, çubuklardan filan da haberin yoktu zaten. (33) Ayın 25’inde seni görecekler belki sorarlar. Durup dururken mesele çıkarmayalım bu insanlarla. 
Burada ezbere bildiğim bir romanı (Ve Çeliğe Su Verildi) yeniden okudum. Ondan sana birkaç satır yazayım bak: “Sebat ve sonsuz bir tahammül gücü, bugün de benim gözümde insanoğlunun en temel erdemidir.” “Kendine karşı bu derece sert olma. Mücadele bir görevdir ama haklarımız da vardır: Aynı zamanda bir mutluluktur hayat...”
Beraberliğimiz aslında birbirimizde kendimizi yaratma sürecidir denilebilir. Süreç içinde sen bana ben de sana benziyorum. Zaman içinde iki ayrı insan kalmayacak. En güzel beraberlik de böylesidir zaten. İnsanın karşısındakine verecek, söyleyecek, öğretecek birşeyinin olması; bu yıkılmaz beraberliğin temelidir. 
Bütün arkadaşlara ve tanıdıklara selamlar. Seni çok seviyorum.


DİPNOTLAR 
33. Evde yakalanan iki kalaşnikof tüfek ve dinamit lokumlarından söz ediliyor.