Mektup - 22

                                                                                       29 Eylül1977
Sevgili Belma,
        Bu dördüncü mektubum. Öncekiler eline geçmiştir herhalde. Şu ana kadar bir cevap alamadım ama eline geç ulaşıyor düşüncesiyle yazmaya devam ediyorum. Geçen mektupta bahsettiğim naklimizle ilgili dilekçeyi gönderemedik. Avukat gelince onun vasıtasıyla başvuracağız. Dava (tekrar yazayım) 5. Ağır Cezada. Dosya no: 977/391. Bir de benim avukat Mustafa Kul için bilgi yollarsan iyi olur (henüz vekalet vermedim).
        Akrabalar nasıl? Herhalde ziyarete geliyorlardır. 6-7 Ekimden sonra hiç olmazsa birisi bana geelebilirse iyi olur. Trafik kazasından sonra belki biraz moralleri bozulmuştur. Artık iyice akıllarını başlarına toplasınlar. Sen de bu konuda yardımcı olmalısın onlara. Senin de bir an önce kendini toplaman gerek. Avukatlar, akrabalar… bir sürü işin var sözün kısası.
        Beni sorarsan son derece iyiyim. Burada (başka hiçbir iş olmayınca ve kimseyi de göremeyince) uzun uzun düşünmek fırsatı buldum. İnsan böyle zamanlarda geçmiş hayatını düşünüyor. Fakat ne hayat. 27 yıla o kadar çok şey sığmış ki düşün düşün bitmiyor. Boşa geçen bir tek gün bile yok. Bazen kendimi 40 yıl filan yaşamış hissediyorum. O kadar şey görüp geçirdim ki bir zamanlar üzerimde bayağı ağırlık yapıyordu. Şimdi hepsi düzeldi. İnsan kendi geçmişiyle olan hesaplaşmasını yapıp ve işten de içi huzur dolu olarak çıktı mı bayağı iyi oluyor. Dediğim gibi son derece iyiyim ve herhalde yakında o kadar iyi olacağım ki hayatımda hiç bu kadar olmadım desem yeridir.
       Sizler (ve özellikle sen) iyi misiniz? Böyle bir dönemi sadece seyretmek kötü ama ne yapalım. Yalnız bir şey var: Tecrübeli seyirciler bazen aktörlerden daha iyi öğrenirler. Bu da bizim tesellimiz olsun ne yapalım.
        Kitap bulabiliyor musunuz? Bir ara fırsatını bulursan Jack london’un “Vahşetin Çağrısı”nı oku. Bilirsin bu kitabı çok severim, senin de çok seveceğini sanırım.
       Burada saçlarım biraz dökülüyor. Belki kel filan kalırım. Nolucak şimdi? Akşam olunca da hep yaptığımız yürüyüşleri hatırlıyorum.
       Bizim ev ile ilgilenmeyi sakın ihmal etme.
       Bütün arkadaşlara ve kayınbiradere selamlar. 
       Seni hiç unutmuyorum.




Belma'ya Mektuplar kitaplaşıyor!..

Belma'ya Mektuplar blogu yayına başlarken bu mektupların günün birinde kitaplaşacağını düşünüyordum ama bunun pek de erken olacağını sanmıyordum. Birkaç okur "Burada yayınlansın, daha sonra kitaplaşsın” temennisinde bulundu ve bu temenni tahmin ettiğimden daha çabuk gerçekleşti. Belma’ya Mektuplar kitap olarak yayınlanacak. Matbaa düzenlemesi yapılıyor ve yaklaşık 400 sayfalık bir kitap oluyor. Maşallah yani, hayatımda yazdığım en kalın kitap oluyor!.. 

Bu durumda, Belma’ya Mektuplar bloğunda değişiklik yapmak şart oldu. Bundan sonra iki kısa mektup var. Biri bu hafta, diğeri sonraki hafta yayınlanacak. Böylece bana zaman kalacak. "Ne zamanı?.." derseniz; Mektuplar’ın başlangıcında da belirttiğim gibi bilgisayara aktarmadığım mektuplar vardı. Bunlar silahlı mücadeleyle ilgili bazı saptamalar ve dönemin teorik tartışmalarını içerdiği için, 36 yıl önce yazılan kimseyi ilgilendirmez, diye düşünerek bilgisayara geçirmemiştim. Bu mektupları el yazısından bilgisayara geçirmem gerekiyor. Kitabı daha da kalınlaştırmamak için bunları yine kitaba almıyorum. Burada yayınlayacağım. İlgilenen ve okumak isteyen okurlar buradan okuyabilirler. 

Kitabın Mart ayında yayınlanacağını sanıyorum ve çıkınca duyurusunu ayrıca yapacağım. 




Mektup - 21

                                                                                      28 Ekim 1977
       Sevgili Belma,
       Mektubun halâ gelmedi. Ben gene yazmaya devam ediyorum ama bu gidişle benimkiler de seyrekleşecek galiba. Çok yazdım, söyleyecek şey kalmadı neredeyse. 
       Geçen mektuptaki konuya devam edeyim. İnsanların veya toplumların hayatında çeşitli dönemlerde çeşitli hatalar ortaya çıkar. Bu hatalar incelenirken yapılması gereken, karmakarışık pekçok olayın içinden diğerlerini belirleyen ana noktayı bulmaktır. Herşey hiçbir zaman mükemmel olamaz. Hayat kimisi doğru kimisi ters giden pek çok süreci barındırır. Hatanın yapıldığı şartlar gözönüne alınmaz ve herşeye ideal görüş açısından bakılırsa, hatanın ardından eleştiri hastalığı gelir. Doğrular eleştirilir, yapılması normal yanlışlara korkunç şeylermiş gibi bakılır. Hiçbir şeyin eleştiri dışında tutulmaması gerektiği açık. Ancak bu, eleştiri hastalığı doğuracak ölçüye varmamalıdır. Genellikle hatanın ortaya çıktığı süreçte üzerine düşenleri yapamamış veya artniyetli kişilerde bu durum ortaya çıkar. Amaçları yaratılan herşeyi yıpratmak yıkmak ve böylece kendilerini temize çıkarmaktır. 
       İnsan hatalarını gözden geçirip yeniden devam etmeye hazırlanırken öncelikle etrafının ve kendisinin mevcut durumunu iyi tespit etmelidir. Bu doğru bir başlangıcın ana noktasıdır. Bunun ardından bu tespitin hayata uygulanması gelir. Burada da diğerlerinin gelişimini etkileyecek ana noktaları bulmak gerekir. Unutmamak gerekir, en büyükten en küçüğe kadar herşey hiçbir zaman mükemmel olamaz. Mükemmel olmaya yakın olan büyük, genellikle geri kalanı da sürekler. Bunu özellikle senin çok iyi öğrenmen gerek. Bizim hayatımızda mükemmel bütün, en küçük parçası bile mükemmel olan bir şey değildir. Parçayı incelerken bütünden ayrıntıya gitmek gerekir. İnsan küçük parçalardan yola çıkarsa yolunu kaybeder. Bütünden anladığımız sadece yanyana gelmiş değil, belirli bir şekilde yanyana gelmiş parçalar olmalıdır. Unutmayalım ki, biz herşeye koşmak sonucu kendinden başkasına güvenemez duruma geldik (bu durum sende çok daha belirgin). Değişirken, yeniden kendini kurarken, insanın her olayda kendini denemesi gerek. Yoksa değiştiğini nasıl anlar insan? 
       Haftaya mahkemeye gelemezsek, tahliye olan tanıdığım bir arkadaşa söyle, en kısa sürede biri ziyarete gelsin. Bir de Ankara’dakilerin avukat meselesiyle olanağınız varsa ilgilenin. 
       Buradaki hayatımı anlatayım biraz da: 7.30’da kalkıyorum. 8.00-8.45 arasında spor yapıyoruz. Ağır sayılmaz ama, hafif de değil. 9’da kahvaltı (çorba). 9.30-10.30 arası voleybol oynuyorum. Sonra 12.30’a kadar kitap okuyorum. Öğle yemeği ardından İngilizce dil dersi (isteyene İngilizce öğretiyorum). Sonra dışarıdakileri düşünme faslı. Tekrar bir saat kadar voleybol oynuyorum (bayağı sporcu olduk canım). 16.30’da akşam yemeği. 17’den sonra yatakhanedeyiz. Bir sürü şamata içinde mektup yazıyorum, kitap okumaya ve düşünmeye çalışıyorum. Artık teorik tartışma gibi şeylere de başlayacağım, yoksa kendiliğinden hiç başlayacağı yok. Bazan bu gevşeklik beni de etkiliyor, içime kapanıyorum. Ancak artık kendi iç sorunlarımı hallettiğim için böyle şeyler olmuyor. 
       Sana yazdığım herşeyin üzerinde iyi düşün. Daha umutlu ve atak ol. İnsan hayatta hata yapınca elbette ki geri çekilmelidir. Ama bunu yaparken, iyice düşünüp gereken çıkışları da yapabilmelidir. Doğrusu da budur. Garip birşey bu hayat. Enerjik sağlam ve buna benzer özelliklere sahip çok insan var. Bunların çoğu da bilgili sayılır. Ama kitabi bilginin dışında içinde bulunduğu durumu iyi tahlil eden ve gereken yerlere yönelebilen, başarısızlık olsa bile sağlam kaynaklardan doğan düşüncesine inancı sarsılmayan, en zor anlarda bile durumu olduğu gibi görebilen ve herşeyi sürükleyebilen insanlar çok az. Özellikle sürükleme yeteneği çok önemlidir. 
       Şimdilik bu kadar yazacaklarım. Dediğim gibi iyi düşün. Değişmek, ancak hayatın içinde, olayları değerlendirme biçimiyle belli olur. 
       Dün gece seni düşündüm. Çok özlemişim. Nolucak şimdi. Mektup da gelmiyor. Yalnız başıma kaldım. Merak etme iyiyim. Seni çok seviyorum. 




Mektup - 20


       Sevgili Belma,
       Mektubun halen gelmedi sadece ailemden bir telgraf geldi. Avukat meselesiyle onlara gönderdiğim haberler doğrultusunda uğraştıklarını haber veriyorlardı. Bugün senden mektup alamayalı tam 15 gün oldu. Biliyorum mektupların bana geç ulaşıyor ama seyrek de olsa detaylı yazabilirsin ve elime çabuk ulaşmasını sağlayabilirsin. 
       Önceden de yazdığım gibi burada iyiyim, daha doğrusu elimden gelen tüm gayreti gösterip iyi olmaya çalışıyorum. Şu andaki durumun gösterdiği kadarıyla, ikinci mahkemeye de gelemeyeceğiz, aslında gelmeyi çok isterdim. Önceden bahsettiğim kitapların dışında başka kitabımız da yok. Düşünerek ve az da olsa okuyarak geçiyor günlerim. Özellikle hemen her konu üzerinde düşünebilmek çok önemli yoksa insanın düşünme ve karar verme yeteneği geriliyor. Her zaman olduğu gibi düşündüğüm konulardan bahsedeyim sana. Belirli konularda değişmeye karar vermiştik, biliyorsun. Ancak bunu sağlamak pek kolay değil. İnsanın değişmesi sadece karar vermekle olmuyor. Her olayda değiştirmeyi düşündüğü yönlerinin gerçekten değişmiş olup olmadığına karar vermesi gerek. Sadece karar verip değişimi kendi haline bırakmak insanı bir yere götürmez. Daha önce karşılaşabilseydik birbirimize oldukça fazla şey verebilirdik. Aynı noktadaki iki insanız. Hayat hakkındaki temel tespitlerimiz de aynı. Ancak bu aynı noktaya değişik yollardan geldik ve doğal olarak değişik etkiler altında kaldık. Sen 18-19 yaşına kadar normal bir gelişim izledin. Kendine örnek ve önder olarak alabileceğin bir kişi vardı (abin). Ondan birtakım şeyleri aldın veya onun etkisiyle zaten senin yapında olan şeyler hızla yerine oturdu. İnsanlarla kolay diyalog kurmak, kendine güven, girişkenlik, vb. Daha sonra onun çizgisinden ayrıldın ve kazandığın kendine yeterli yapınla kendi yolunda ilerledin. Ben ise gözümü dünyaya açtım ve kendimi yalnız buldum desem yeridir. 8 yaşından itibaren başlayan bu durum aralıksız devam etti. Hayatımda örnek olarak seçtiğim veya bana önderlik edip birşeyler öğreterek yol gösteren hiç kimse olmadı. Senin hayatında doğal olarak gelişen kendine güven ve kendini kabul ettirmek gibi konularda ben 11 yıl süren büyük bir mücadele vermek zorunda kaldım. Şüphesiz çeşitli insanlar gelişimimi etkilemiştir ancak hayatımdaki hemen herşeyi kendi başıma kazanmak zorunda kaldım. Gördüğün gibi, gelişme yollarımız bir noktaya kadar oldukça farklı. Sen bana insanlarla daha yakın diyalog kurmak ve kendine güvenin pekişmesi konusunda destek olabilirdin. Ben de sana şartlar ne kadar kötü olursa olsun çok şeyi gerekirse yalnız başına sürüklemeyi öğretebilirdim. Neyse, günün birinde birbirimize birşeyler vermeye kaldığımız yerden devam edeceğiz elbet. 
       Isparta’da havalar oldukça iyi, gündüzleri yaz sıcağı var. İnsan güneşte oturdu mu yanıyor bile. Aklıma gelmişken belirteyim. Yazın birlikte denize girip dinlenmiştik. Bizim akrabalar da mevsimi geçmesine rağmen çok övdüğümüz için gitmek istiyorlarmış, nasıl gidebileceklerini artık sen onlara anlatırsın. (37) Bildiğim kadarıyla pek fena sayılmaz durumları. Her ailenin başına hayatta çeşitli felaketler gelir. Önemli olan, aile bir ağaçsa eğer, bu ağacın gövdesinden değil, dallarından darbe yemesidir. Başlangıçtaki felaketler gövdeyi etkilese bile artık geçti bu durum, sadece dallar kopuyor. Bunu da normal karşılamak gerek. Rüzgâr şiddetle estiği zaman hangi ağacın dalları kopmaz ki. Gün gelir o dallar yeniden sürer yine. Onun için (senin huyunu da bildiğimden) tekrar tekrar belirtiyorum, Kötümserliğe, moral bozukluğuna yer yok. Tersine, senin örnek olman, moral vermen gerekli. 
        Burada, eski kendi kabuğunda yaşayan ve etrafla fazla ilgilenmeyen halimi bir ölçüde kırdım. Tabii bunun için de epeyce gayret göstermem gerekti. Sonuç oldukça şaşırttı beni. Kişi olarak özellikle buradaki davranışlarım sonucu büyük saygı var. Neyse, üstelik bu durum daha da gelişeceğe benzer. 
       Şimdilik bu kadar yazacaklarım. Bakarsın mahkemeye geliriz. Hepiniz iyi olun. Ömer’in Nahide’ye selamı var. Hoşçakal. Seni çok seviyorum.

       Not: Geçmişte okuduğum ve çok hoşuma giden bir kitabı daha söyleyeyim sana; Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu”. Orada özellikle İttihatçıların küçük efendisi olarak anılan karakteri oldukça benimsemiştim. 


       DİPNOTLAR
  37. Deniz kıyısında atış talimi yaptığımız yer. Dalgaların gürültüsünden hiç birşey duyulmuyordu. 



Mektup - 19


        Sevgili Belma, 
        Senden 10 gündür mektup alamadım. Buraya geldiğimden beri posta ile gelen sadece dört mektubunu aldım. Sen de mektupların gitmediğinden şikâyet etmişsin. Mümkün tabii. 
        Arkadaşlar öğleyin mahkemeden geldiler ve hemen tahliye oldular. Davanın bu kadar hızlı gelişimini neye yormak gerek bilmiyorum. Bir hafta sonra yeniden duruşma var. Gelebilecek miyiz bilmiyorum; avukat vasıtasıyla öğrenebilirsin. 
        Bugün sinirlerim oldukça bozuk. Nedeni de senin önerilerin. Hayatımızda birçok şeye yeniden başlamak gerek. Ne oluyoruz yahu! Hatalarımız belli, onların düzeltilmesi dışında daha ne isteniyor. Yapamadıklarımız oldu, hatalar oldu hayatımızda; ama yapılanlar da var. Her ikisini de abartmamak gerek, herşeyden önce gerçekçi olmak gerek, ama sen yapılanları küçümsüyorsun gibi geliyor bana. Hata vardır baştan başlamak gerekir, hata vardır düzeltilir, boşluk doldurulur devam edilir. Her hatayı aynı kategoriye sokup her defasında çok şeye baştan başlamak insanı hayatta hiçbir yere vardırmaz. Ben çok şeye baştan başlanılacak bir durum görmüyorum (ama aynı zamanda değişen birşey yok düşüncesine de karşıyım). Hem sonra, bu kadar çabadan sonra, “bugün hayatımızda çok şeye yeniden başlamak gerekir” diyorsak, nasıl oluyor da aynı zamanda geçmişimize de saygı duyabiliyoruz? Bu durumda geçmişte birşeyler yapabildik sayılmaz ki. İyice düşün bu konu üzerinde. Gene detayın yükünden geneli göremiyorsun gibi geliyor bana. Gerçi küçük şeylerden çok şey kaybettik biz. Küçük kusurlara çok dikkat etmek gerek ama bunun yöntemi onları abartmak olamaz. Onları olduğu gibi görmek ve dikkat gerek sadece. Ayrıca keşke beni hemen bırakmasalar filan demişsin. Öyle birşeyin olacağını zannetmiyorum ama bu senin istemini engellememeli. İnsan şartlar ne kadar zor olursa olsun mutlaka yapacak, faydalı olacak birşeyler bulur. Belki güvenecek, yeterli olabilecek insanları bulamamaktan korkuyorsun. Haklısın ama bunun çaresi onların yetişmesi olabilir ancak. İstenilen her alanda güvenilir ve yeterli insanlar bulunabilseydi, çok kolay olurdu tarihi yapmak. Bir daha bu tür şeyler duymak istemiyorum senden. 
        Konuyu daha iyi aydınlatmak için sana yakından tanıdığın birisinin kısaca hayatını anlatayım. Bu insan hayatta eşine ender rastlanan bir hızla yükselmiştir. Tarih ona büyük bir rol yüklemiştir. İsterse oynamayabilirdi bu rolü ama bunu yapmak herşeyden önce inançlarına ters düşerdi. Bu büyük rolü oynayabilecek bir insan olmadığını başından beri biliyordu. Yetenekli olmak da yetmez bu rol için; çok özel bir kişilik gerekir. Sonuç olarak oynamadı, üstlendiği rolü. Az şey de başarmadı, bazan en zor ve en güç dönemlerde yalnız başına çok şeyi sürükledi. Bunun sonucu çok kişinin baş hedefi haline de geldi ve çok yıpratıldı. Dışarıdan gelen yıpratma bir yana, daha önemlisi oynadığı role uymadığını bildiğinden yapılan her hatada kendini çok suçladı. Herşeyin hesabını kendinden sordu. Etrafındaki çok kişi de işlerine öyle geldiği için aynı yolu seçtiler. Yetenekleri sonuna kadar zorlandığı ve adeta tükenmenin eşiğine geldiği halde devam etti. Kimse anlamadı durumunu. Sevdiği kadın anladı ama onun da işleri ve yeterince dertleri olduğundan elinden birşey gelmedi. Sonunda herkesten ve herşeyden uzakta kaldı bu adam. Uzun uzun düşünmek fırsatını buldu. Her dönem tarihin ona yüklediği role uygun davranamadığını biliyordu. Ama geçmişe baktığında hayatının en güzel yıllarını vererek yarattığı birşeyi de görüyordu. O olmasa idi, belki öteki de olmazdı veya şimdikinden çok daha cılız olurdu. Bunu kaç kişi biliyor artık önemli değil. Kendisi gayet iyi biliyor ve önemli olan da bu. Bir ara hakkında çıkan dedikoduların etkisinde kalıp “çekildim” demişti. Bugün bu tavrını duygusal ve yanlış olarak görüyor. Aslında yaptığı hiç de basit bir hareket değildi. O aslında tarihin ona yüklediği rolden ayrılmak istiyordu. Bugün artık aksini yapmaya kararlı, o rolü daha büyük bir güç ve enerji ile omuzlayacak. Bu bir kariyer veya ünvan meselesi değil. Zaten öyle şeylerle hiç ilgisi olmadı. Bu adam o rolde yeterince başarılı olamadı ama onun altında da ezilmedi. Bırakmak, ezilmeyi kabullenmek olur zira. Şimdi bekliyor. Kendisi ile yeniden tanışmanın, kendine yeniden kavuşmanın sevinci içinde bekliyor. Zaman ona, o rolü oynarken yaptığı hataları ve yetersizlikleri kapatacak bir fırsat verecektir. Ama yakın, ama uzak, ama öyle, ama böyle. O fırsat eline geçecek bir gün. Nedense olan biten herşeye rağmen hayata olan güvenini hiç yitirmiyor. Hayatın ona bu kadar zalim davranacağını düşünmüyor. O zaman nasıl gelir, zaman nasıl geçer orası bilinmez tabii. Zor olacak muhakkak ama kesin başaracak. Buna sonsuz bir inancı var. Bu süre içinde yıpratılmaya da devam edilecek. Önemli değil; o herşeyin hesabını verebilir ama çevresindekiler de aynı şeyi yapabilecekler mi acaba? Neyse, sonuç olarak, sevecek özleyecek dayanacak ve bekleyecek. 
        Buradan başka bir konuya geçeyim. Zeynep için sıhhati iyi ama psikolojisi iyi değil demişsin. “Mümkündür, olabilir” (benim meşhur lafım). Çok genç yaşta çok şey gördü. Çok şeye katlanmak zorunda kaldı. Hele kurulmasına önemli katkılarının bulunduğu şeylerin basit dikkatsizlikler nedeniyle yıkılması onu doğal olarak sarsar. İnsan kendini yaptığı işle, ortaya koyduğu şeylerle tanımlar çünkü. Ama onların önemli bile olsa geçici bir darbe yemesi insanı asla umutsuzluğa sürüklememeli. Biz neden hayatımızı böyle harcamaya karar verdik? Gerekçelerimiz sudan şeylerse eğer her olay onları şiddetle sarsar ve hatta yıkar. Ama tutarlı ve sağlam inançlardan yola çıkmışsak böyle birşey olamaz. Düşünmesi gerek; neden seçtim böyle bir hayatı, dayandığım temel yeterince güçlü mü, yeterince güçlü değil ise nasıl güçlendirebilirim? Hataları var, buna hiç şüphe yok, ama zaman ona da o hataları kapatması için yeterli fırsatı tanıyacaktır. Bu dönemde kendini yeterince sağlamlaştırmaz ve o fırsattan faydalanamaz ise, işte o zaman hiç affetmem onu. Bunu böylece bilsin. 
        Çocuk kız nasıl, biraz büyüdü mü? Biraz olgunlaştığı taktirde sağlam bir kişiliğe sahip olduğundan oldukça iyi olur. Davranışlarına daha iyi hakim olması da bu olgunlaşmaya bağlı. Onunla bu konuda ilgilenmeyi unutma, ama aklından çıkarma, ona zorla birşey yaptıramazsın, bunun yanında akla yakın herşeyi dinleyen ve uyan bir kişidir. Aslında burada da bizimkilerden büyümesi gereken ne çocuklar var bilsen. 
        Bu arada bir haber duydum. İsim benzerliğinden Güler’in kaynı tutuklandı sandım. Hem çok şaşırdım hem de bayağı üzüldüm. Sonra onun olmadığını öğrendim. Ben o adamı eskiden tanırdım. İki yıldan fazla zamandır da görmedim ve iyi bir insan olmadığını da gayet iyi biliyorum. Bizim baldız onu iyi tanır. 
        Mahkemeye gelebilirsem, görüşürüz. Senin yazdıklarını okumak isterim. Senden de herşeyden önce iyi düşünmeni ve biraz daha umutlu ve atak olmanı istiyorum. Rastgele hareket etmeye herzaman karşıyım. Ama bu karşı olma, önümüzden akıp giden hayatı seyretmek anlamına gelmez. Kesinlikle, “Çok şeye yeniden başlamak!..” durumunda değiliz. Şu anda sizlere yakın olmayı o kadar isterdim ki. Neyse, hazırla kendini. Hayat sana o fırsatı benden çok daha önce tanıyacak. Çok sağlamcısın, en ufak belirsizlik seni ürkütebiliyor. Unutma ki, gerektiği anda (öyle bir andayız) açık bir kavrayış ve cesaret çok şeyi halleder. 
        Bana mektup yaz. Bütün arkadaşlara selamlar. Hepiniz iyi olun. 



Mektup - 18


       Sevgili Belma,
       Mektubunu henüz almadım. Bugün mahkeme var, arkadaşlar gittiler. Herhalde tahliye olurlar. Sayımız azalıyor gittikçe. 25 kişi geldik, 17’ye indik. Olay sırasında seninle konuşan arkadaş da bugün yarın çıkar. Aslında cezası aybaşında doldu ama dosyası kaybolduğundan halâ çıkamadı. Buradan çıkıncaya kadar daha kimleri tahliye edeceğiz bakalım. Çoğununki ufak tefek şeyler ve doğal olarak bu kadarcık şeyden dolayı yatmaktan da sıkılmıyorlar. Devrimcilik adına yapılan nelere şahit oluyoruz bir bilsen.
       Geçen mektubumda da yazmıştım. En yüce amaçlar için, en yüce duygularla yola çıktık. Yolda ise her türlü adiliği, maddi ve manevi acıyı gördük. O amaçların boş, o duyguların boş olduğunu öğretmeye çalıştılar. Bazan düşünüyorum, insan yüreği bu kadar şeyi nasıl kaldırıyor diye. Gördüklerimiz karşısında sadece nefretle dolsak, artık olan biten şeyler bizi o denli etkilemez. Aslında işin kolayına kaçmaktır bu. Dışarıda iken bu noktaya çok yaklaştığım için kendimden korkmaya başlamıştım. Yeni bir dünya yaratırken kendini de yeniden yaratmak zorunda olan insan bir an başlangıçtaki o yüce duygularından uzaklaşabilir. Ortada sadece ulaşılmak için çalışılan amaç kalır. İnsan kendine yabancılaşır, makineleşir. Sadece şartlar neyi gerektiriyorsa onu yapar; birşey hissetmez çünkü hırs ve nefretten başka şey kalmamıştır. İlerlemek de daha kolay olur bu insan için, ama nelerin pahasına. Gerçekte ise önemli olan o yüce duyguları kaybetmeden ve onları kaybetmediğinden dolayı da her acıyı içinde hissederek yaşamaktır, ilerlemektir. Büyük bir dayanma gücü gerek bunu yapabilmek için ve hiç de kolay değil bunu yapmak. Clausewitz’i okuduysan bilirsin, savaşın kritik anlarında kumandanların ruh durumlarını anlatır uzun uzun. Başarısızlıklar, ağır kayıplar üstüste gelir. Çevresindekilerinin umutsuzluğu duygusallığı da bunlara eklence kumandanın üstüne ağır bir yük biner. O yolunun doğruluğuna inanmaktadır ve bunu iradesiyle çevresine kabul ettirmek zorundadır. Bunun için ise, iradenin çok zorlanması gerekir. Kaybettiği arkadaşları için üzülemez bile bu adam, normal bir duygusallık bile yasaktır ona. Hesap adamı olmak zorundadır. Bu kaybın yeri nasıl doldurulur, bu kayıp durumu nasıl etkiler, vb. Clausewitz bunu çok güzel anlatır. Ve eğer hata yapmazsa ve şartlar da elverişliyse başarı da kazanılır ama kumandan zorunlu olarak insan olmaktan oldukça uzaklaşmış, makineleşmiştir. Zorunlu diyorum, çünkü en kritik anda çok sevdiği birinin kaybına üzülecek olsa onu bekleyen bir işi ihmal edebilir.
       Evet bazan gerçekten zorunlu oluyor bu makineleşme, çünkü son tahlilde başarı herşeyi örter. Ama ben profesyonellikten hırs ve nefretten ibaret bir hesap adamı olmayı anlamam. Bu tür insan, aslında insan değil makinedir. Zorunlu ise eğer makineleşirsin ama her fırsatta o yüce duyguları hatırlamaya çalışırsın, seni engellememek şartıyla gördüğün acıları hissedersin. Düşünüyorum da, benim için ne kadar değerli olduğunu senin de bildiğin öğretmen için üzülme fırsatını bulamadım. Ancak birkaç ay sonra, o da kısa bir süre için, bu fırsatı buldum. Hatırlıyor musun bir keresinde Taksim parkında otururken ondan konuştuğumuzda ağlamıştın. Benim o hakkım da yoktu. Neyse, şimdi üzülebiliyorum artık bol bol.
       Biraz kitap geldi buraya, hepsi de Türkiye ile ilgili. Birisi hariç hepsini okumuşum. Aslında dayanılmaz bir şekilde yıllardır okumadığım felsefeyi okumak istiyorum. Sana ezberlediğim bir romandan birkaç satır yazayım; “Sebat ve sonsuz bir tahammül gücü, bugün de benim gözümde insanoğlunun en temel erdemleridir. Katlanmasını bilme... Sokaklara çıkıp bağırmaksızın katlanmak ıstıraba... Kişisel trajedileri tanımayan, inkâr eden bir devrimci olmak doğru tabii. Ama sadece bu yönüyle değil. Mücadele bir görevdir ama haklarımız da vardır: Aynı zamanda bir mutluluktur hayat...”.
       İyi ki de seninle beraber olduk biliyor musun. İçinde yaşadığım hayatta da mutluluğun bulunabileceğine aksi halde kesinlikle inanmazdım. Belki de profesyonellik benim kabul ettiğim gibi değildir, gerçekten makineleşmeyi gerektirir. O zaman ben duygusal bir profesyonelim demektir, başka türlüsünü yapamam çünkü. 
       Öğrendiğime göre bizim olayı Almanya’daki gazeteler bile yazmış. Ne iş be!.. 
       Bugünkü Hürriyet’i saklayacağım. (36) Hoşça kal canım. 


       DİPNOTLAR
36. Hürriyet gazetesi uzun süredir kafayı bize takmıştı. Bombacı Leyla isminin mucidi de bu gazetedir. O gün gazetede Belma’nın büyük bir resmi yayınlanmıştı. 




Mektup - 17


       Sevgili Belma,
       Henüz mektubun gelmedi ama içimden sana yazmak geldi. Önce buradaki hayatı biraz anlatayım. Sabah 7.30’da kalkıp spor yapıyoruz. 9’a doğru kahvaltı geliyor (genellikle çorba). Bilirsin sabah yemek yemekten şikâyetçi olmam. 12.30’a doğru öğle yemeği. 17’de akşam yemeği. 17.30’da sayım var ve orada olduğu gibi aşağı kapı açık kalmıyor. 17.30’dan sabah 7’ye kadar yatakhanedeyiz. Henüz kitap yok, sadece gazete var. Şartlar benim gibi sakin ve düşünmeyi seven birisi için iyi ama çok arkadaş doğal olarak boşluktan sıkılıyor. Herkese amiral battı öğrettim, bir ara bütün gece oynanıyordu; anla artık durumu. Çayı da idare satıyor. Yemek yemenin dışında zaman zaman voleybol oynuyoruz. Zaten benim zamanım düşünmek ve spor ile geçiyor. Bu kadar düşünecek ne var diyeceksin, anlatayım.
       Önce gazeteleri dikkatle okuyup günlük olaylar üzerinde düşünüyorum. Anlaşılan, IMF ya kredi vermeyecek ya da çok daha ciddi ve ağır ekonomik tedbirler isteyecek. Önümüzdeki günlerde toplumsal potansiyelin çok yükseleceği aşikâr.
Günlük olaylardan sonra geçmiş hayatımı düşünüyorum. Geçmişe ait düşünülecek şeylerin halâ bitmedi mi diyebilirsin. Aslında benim yaptığım düşünmekten farklı bir şey. Dışarıdaki durumumu biliyorsun. Çok zorlanmaktan bazı özelliklerim bozulmuş ve adeta kendimi tanıyamaz hale gelmiştim. Kendime yabancılaşmıştım ve açıkçası durumum korkutuyordu beni. Sana da söylemiştim, makineden farkım kalmadı diye. Bazı eksiklerimi tamamlasam bile işin özü değişmeyecekti. Daha hızlı, daha etkili bir makine olacaktım sadece. Şimdi ise üzerimdeki yük kalkınca bozulan özelliklerim düzeldi; ortaya çıkan dengesizlik düzeldi. Kendime yeniden kavuşmanın sevinci içindeyim desem yeridir. Gerçekten çok zorlanmışım Belma. En genelden en özele kadar bir sürü şeyle uğraşmanın yanı sıra bir de ailevi meselelerin çıkması beni odukça yıprattı. Uzun bir süre dayanabildiysem eğer bunda seninle olan beraberliğimin de önemli payı vardır. Bu beraberlik büyük güç verdi bana. Sen olmasaydın dayanmam daha zor olurdu. Son aylardaki psikolojimi biliyorsun, ciddi olarak gereğinden fazla yaşadığımı düşünüyordum. Hayat artık taşınmaz bir yük haline gelmişti benim için. Neyse, diyorum ya, burada kendime yeniden kavuşmanın adeta kendimle yeniden tanışmamın sevincini yaşıyorum. Bugünlerde beraber olmayı çok isterdim. Birbirimizi daha iyi tanırdık. Aynı şeyi birbirimize yazarak ve düşünerek de yapabiliriz.
“Vahşetin Çağrısı”nı okudun mu? Çok güzel değil mi? Ekonomi üzerine okumak istersen mutlaka P. Baran’ın “Büyümenin Ekonomi Politiği”ni oku. Hayatımda okuduğum en güzel ekonomi kitabıdır bu. Okuduktan sonra o kadar övmüştüm ki, bizim Süreyya da (35) dayanamayıp okumuş ve o da aynı şeyi söylemişti.
       Burada vakit çok çabuk geçiyor, kim demiş içerde vakit geçmez diye. Ama verimsiz geçen bir vakit bu. Neyse bu dönemde insanın herşeyi detaylıca düşünüp hayatındaki tüm boşlukları doldurması gerek. Dışarıda iken bunları yapmak olanaksız. Aslında çok acı şeyler gördüm hayatımda. Sen de gördün ve hatta yaşadın. Bizim yolumuzun da garip bir çelişkisi var. En güzel idealler, en güzel duygular, en yüce amaçlar için yola çıkıyoruz. Ama zaman içinde en büyük adilikleri, en büyük pislikleri, en derin acıları görüyoruz. Bazan o yüce duygular, yüce amaçlar bunların arasında kayboluyor; bazan umutsuzluğa bile kapılabiliyor insan. Gazetelerde okumuşsundur belki, Allende’nin kızı ülkesinde olanların kendisine verdiği acıya dayanamayarak intihar etmiş. Anlaşılan, gördükleri ve duyduklarının verdiği acıyı inançlarının yüceliğiyle dengeleyememiş. Biz öyle olmayacağız tabii. O yüce duygularımızı hiç unutmayacağız ve en büyük adiliklere ve acılara da katlanacağız. Nasıl olacak bu! Bunun için insanda özel bir inanç, özel bir dayanma gücü, özel bir mücadele gücü olması gerek. Sözün kısası, özel bir insan olmak gerek. Öyleyiz de zaten, profesyoneliz. Geniş anlamıyla bu kelime anlattığım herşeyi içerir. Tekrar yazacağım sana. Hoşça kal. Seni çok seviyorum. 


       DİPNOTLAR
35. Yüksel Eriş’in takma adıydı. Mektuplarda bazan öğretmen olarak da geçer, müzik öğretmeniydi. 




Mektup - 16


       Sevgili Belma,
       Telgrafını aldım, ancak mektubun henüz gelmedi. Geçen Cuma ailem geldi, konuştuk. Avukat meselesini onlara anlattım, ayrıca bugün de telgfraf çektim. Pedere bu yıl ders vermemişler, kardeşime de baskı var. Oldukça canım sıkıldı. Benim aile ilişkilerimi biliyorsun, sadece benim için üzülseler mesele olmaz. Ancak sorumluluğu benim olan şeyler için hiç kimsenin sıkıntıya girmesini istemem. 
       Mahkeme konusuna gelince; anladığım kadarıyla durum pek lehime gelişmeyecek. Sık sık iyi ol diye yazıyorsun bana; belki de gelişen olaylar içinde kötü olacağımı, umutsuzluğa kapılacağımı düşünüyorsun (hemen kızma, yanılmış olabilirim). Şuna emin ol: Ne olursa olsun, zaman ne gösterirse göstersin, herşey ne kadar üstüste gelirse gelsin, geçici gerilimler dışında birşey olmaz bana. Ne zaman kötü, umutsuz duruma düşsem, bildiği sevdiği güvendiği birşey olmadığı halde mücadele eden 11 yaşındaki bacak kadar çocuk aklıma gelir. Artık çok geride kalan o günleri düşünüp güç alırım. Onun için beni merak etme. İyiyim ve iyi olacağım. Sizler de iyi olun, öyle olduğunuza da şüphem yok zaten. 
       Buraya dışarıdan yiyecek girmiyor. İçeride verilen ve kantinden aldıklarımızla idare etmeye çalışıyoruz. Buna rağmen esaslı bir sporu hiç ihmal etmiyoruz. Şartlar ne olursa olsun insanın kendisini koyvermemesi gerek. Tam bir kara iklimi var. Gündüz sıcak, gece oldukça soğuk. Bazan güneşleniyorum gündüzleri, aklıma beraber denize girdiğimiz gün geliyor. Ne 2,5 ay değil mi. 
       Geçen cuma abim Hamdi (34) de geldi, ancak fazla konuşamadık. İyilermiş. Benim de iyi olup olmadığımı merak ediyordu. İyiyim dedim, siz iyi olun beni düşünmeyin. Önceden de yazmıştım ya sana; hayatım artık bitmiş olsa bile önemli değil. Ben hayatımı nasıl bitireceğime, nereye harcayacağıma yıllar önce karar verdim. Gerçi bu durumun insanın hiç beklemediği anda karşısına çıkması başlangıçta biraz sarsıyor ama sonra alışılıyor. Bu alışma bir çaresizliğin veya kaderciliğin sonucu değil. Durumu olağan karşılamak gerek ve ne ilkiz ne de sonuncu olacağız. 
       Kendimi yeniden kurmak konusunda yavaş ancak somut adımlar atmaya devam ediyorum. Basit problemlerle, nitelik olarak oldukça geri kişilerle uğraşmaya hasret kaldım desem yeridir. İnsan onları çözmeye çalışırken yepyeni özellikler kazanamaz ama eksikliklerini tamamlayabilir; sadece geneli değil her özel parçayı da görmek fırsatını bulur. Seninle bu konudaki gelişimimiz biraz ters olmuş. Sen detayın yükü altında geneli fazla göremiyorsun; ancak her detay geneli bir ölçüde içinde taşır. Detayı öğrenmek genelden hareket edilirse daha kolaydır; şimdi sen iki yoldan birine karar vereceksin: Hem geneli bir bütün olarak kavrayacaksın, hem de bildiğin her detayın içindeki geneli arayacaksın; çok sayıda detaydan çıkan genelin parçalarını birleştireceksin. Birinci durum geneli bir bütün olarak gösterir. İkinci durum ise her detayda genelin aldığı şekli yani hayatın zenginliğini gösterir. Her iki durumda da ortaya çıkan tabloyu birleştirip tek bir görünüme ulaşmak gerek. Her ikimiz de eksik olduğumuz yerlerden, sen bir uçtan ben diğerinden başlayacağız. Bu konuda sen de yaz. 
       Sıhhatim şu anda oldukça iyi. Sen de kendine iyi bak. Üşütmemeye çalış. 
       Seni seviyorum. 


       DİPNOTLAR
34. Abim olmadığı gibi ziyarete gelen bu kişinin kim olduğunu da unutmuşum. 



Mektup - 15

                                                                                       17 Ekim 1977
Sevgili Belma,
Henüz senden yeni bir mektup almadım ama gördüğün gibi yazmayı ihmal etmiyorum. Senin mektupların bana geç ulaşıyor ama sen de yazmayı ihmal etme. Şu anda dışarıda yağmur yağıyor. En sevdiğim mevsim sonbahar geldi. Bazan daha burada kaç sonbahar göreceksin diyorum ama benim gayretime gerek kalmadan hemen kafamdan siliniyor bu düşünce. Hayata ve yarına o kadar büyük güvenim var ki, istesem bile kapılamıyorum umutsuzluğa. 
Burada şu anda bir-iki romandan başka okunacak şey de yok. Kendimi spora ve düşünmeye verdim desem yeridir. Yalnız bu ortam bazı pislikleri (kendimde değil) ortaya çıkarıyor ve bunları görmek de hiç hoşuma gitmiyor. İnsan gerçekten zor günde belli oluyor. İstanbul’dan ayrıldığımızdan beri öylesine şeyler gördüm ki, insan yetiştirme usulümüze (hataları da unutmayarak) güvenim çok arttı. 
Avukatlar mahkemeden sonra gelecekler. Onlarla Türkiye üzerine bazı kitaplar gönderin (özellikle, Ali Gevgilili: Türkiye’de 1971 Rejimi; Emre Kongar: Türkiye’nin Toplumsal Yapısı; Yerasimos: Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye). Hepsi olmasa bile en azından birincisini göndermeye çalışın. 
Dediğim gibi burada spor yapmaktan ve düşünmekten başka işim yok. Önceden geçilmemiş yollardan geçtik ve geçiyoruz. Teori her zaman önemlidir ancak belli bir birikimin sağlandığı noktadan sonra (ki o noktayı geçtik) pratiğin teorisinin yapılması önem kazanır. Buna başlamıştık biliyorsun ve sürdürmek gerek
Mektuplarında kendi geçmişini gözlediğini ve geneli görmedeki eksikliğinin nedeninin detayın yükü olduğu tespitinin doğruğuna inandığını yazıyorsun. Aslında aynı hatayı ben de yaptım bazan. İnsan yüzlerce şeye koşamaz, onların arasından en temel olanı seçip onunla uğraşmalıdır. Ancak bunu da bulmak her zaman kolay değil. İnsan olayların içinde olduğunda bazan ne yana koşacağını şaşırabiliyor. Herşeye dışardan baktığında ise aradığını daha kolay görüyor. Tıpkı yüzlerce insanın arasında iken birini aramak ile, bir tepeye çıkıp oradan bakmak arasındaki fark gibi. Aklıma eski mektuplarından birindeki bir cümle geldi (ilk mektubundu): Bugün ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana. Kendine haksızlık ediyorsun aslında, çok şeyi birlikte öğrendik. Ama bir noktada çok memnunum: Bana kendinde henüz isim koyamadığın bazı gelişmeler olduğunu yazıyor ama mutlaka olumlu gelişme diyorsun. Benim iyimserliğim ve yarına olan güvenim sana da geçmiş. Bunu görmenin beni ne kadar sevindirdiğini bilemezsin
Aklıma gelmişken belirteyim: Bizim evin küçük odasında bavullar vardı. Akrabalar veya başkası sorarsa karıştırma: Sen iki uzun bavulu görmedin, çubuklardan filan da haberin yoktu zaten. (33) Ayın 25’inde seni görecekler belki sorarlar. Durup dururken mesele çıkarmayalım bu insanlarla. 
Burada ezbere bildiğim bir romanı (Ve Çeliğe Su Verildi) yeniden okudum. Ondan sana birkaç satır yazayım bak: “Sebat ve sonsuz bir tahammül gücü, bugün de benim gözümde insanoğlunun en temel erdemidir.” “Kendine karşı bu derece sert olma. Mücadele bir görevdir ama haklarımız da vardır: Aynı zamanda bir mutluluktur hayat...”
Beraberliğimiz aslında birbirimizde kendimizi yaratma sürecidir denilebilir. Süreç içinde sen bana ben de sana benziyorum. Zaman içinde iki ayrı insan kalmayacak. En güzel beraberlik de böylesidir zaten. İnsanın karşısındakine verecek, söyleyecek, öğretecek birşeyinin olması; bu yıkılmaz beraberliğin temelidir. 
Bütün arkadaşlara ve tanıdıklara selamlar. Seni çok seviyorum.


DİPNOTLAR 
33. Evde yakalanan iki kalaşnikof tüfek ve dinamit lokumlarından söz ediliyor. 




Mektup - 14


        Sevgili Belma,
        Senden şu ana kadar yeni bir mektup alamadım. Ne oldu böyle, mektupların arkası kesildi. Ben yazmaya devam ediyorum. 
        Afyon’dan mektup geldi. Anlaşılan Cevat Ercişli oraya gitmemiş. Mahkeme hakkında bilgi istiyorlardı, yazdım. Teyzemden de mektup geldi. Mahkeme için, avukat için o kadar şey yazdım, hiçbir cevap yok. Sadece öğütler var. Ben de zaten kendi işimi kendim hallediyorum cinsinden bir cevap yazdım. Üzülecekler gerçi ama bizimkilerin bu vakte kadar ne yaptıklarını gerçekten anlamadım. 
        10 Ekim’de yazdığım mektubunda bahsettiğin bir konuda etraflıca yazmak istiyorum: Geneli görmedeki eksikliğinin detayın yükünden geldiğini söylemiştin. Bu doğru ve işin ana yönü. Ancak bunu tespit yetmiyor. Sorunun çözümü için işin temeline inmek, nedenini bulmak gerek. İnsanın hayatına bu denli damgasını vuran bir eksikliğin kökleri de mutlaka yetişme tarzında ve çocuklukta yatar. O dönemde görülen, öğrenilen, etkilenilen şeylerde yatar. Bu konuda kendim için çok düşündüm. Ani karar almakta, değişen durumlara ve ortama ayak uydurmakta eksikliklerim var. Eskiden çok fazla olan bu eksiklik oldukça azaldı ama bu kadarcık tespit bunun çözümüne yetmiyor. Neden araştırılınca ortaya daha karışık şeyler çıkıyor. Şöyle: 11 yaşında hayattan tüm umudunu kesmiş bir insandan 18 yaşında kendini kabul ettirmiş bir insan yaratmak kolay olmadı. Bu dönem benim hayatımı derinden etkiler ve iyinin yanında kötü özellikler de kazandırır. Uzun yıllar ana dikkat noktası kendisi olan bir insan, kendi benliğini kazanmak için mücadele eden bir insan daha sonra kendi kurtuluşunun toplumun kurtuluşuna bağlı olduğunu anlasa bile, ana dikkat noktasının kendinden uzaklaşması zamanla olur. Böyle bir insan için insiyatifsizlik kendini doğrudan ilgilendirmeyen şeye karışmamak şeklinde ortaya çıkar. Ve zaman içinde olayların ve kendisinin zorlamasıyla bundan kurtulabilir. Ben bundan geniş ölçüde kurtuldum ama henüz tam sayılmaz. Ancak bugün bendeki eksikliğin ana noktası bu değil. Ani karar vermek, değişen durumlara uymak konusunda hayatıma bakıyorum: Bu eksikliklerin hemen tamamen yalnız kaldığım, üzerime çok ağır yüklerin bindiği dönemlerde ortaya çıkması gerek. Ancak bunun tam tersi; bu dönemler hayatımın en başarılı dönemleri (1976 başı ve 1977 başı). Tek başıma da olsam ağır bir yükü kaldırmak, ani karar vermek, olayları seyretmek değil de onlara hakim olmak sorun olmadı. Bu durumda bendeki eksikliğin nedenini daha derinde aramak gerekiyor: Tüm hayatımın büyük yalnızlık içinde geçmiş olması, hayatımdaki hemen herşeyi zorlu bir mücadele ile kendimin kazanmış olması bana ilginç bir özellik kazandırmış: Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, tek bile kalsam çok şeyi sürüklerim. Ancak başkasıyla birlikte iş görmeye tam alışamamışım, başarı oranım hemen düşüyor. Zaten bu nedenle de bir hata ortaya çıktı mı bunu asla beraber olduğum kişilerde değil, daima kendimde ararım. İşte benim esas kazanmam gereken özellik de bu: Hayat tek başına yaşanmaz; diğer insanlarla birlikte yaşanır ve orada da aynı verimi korumak gerek. Gördün mü bak, işin temeline inince neler çıkıyor. Bu konuya gelecek mektupta devam ederim. 
        Sendeki eksiklik konusunda da düşündüm ancak hayatını detaylı olarak bilmediğim için içinden çıkamadım. Şu anda sana bu konuda yardımcı olamayacağım. Ancak belirttiğim gibi eksikliği tespit yetmez, mutlaka nedenini de bulmak gerek. Bu arada birşeyi daha belirteyim: Senin duyguların konusunda geçmişte şüpheci olmam sana güvenebilme çabası değildi. Sana mutlak güvendiğim halde bu şüphenin varlığı aslında benim bir beraberliğe (bunu kendim istesem bile) geçmişin etkisiyle zor alışmamdan gelir. Ancak geçen mektupta da yazdım ya bu konu tamamen kapandı artık. Herşeyin yanında sana da güveniyorum ve dayanıyorum. 




Mektup - 13

                                                                                                      (32)
Sevgili Belma,
5 Ekim tarihli mektubunu iki gün önce aldım. Mektubunda senin açık davranman konusundaki görüşlerimi gelecek mektubunda eleştireceğini yazdığın için o mektubu da bekledim ancak henüz elime geçmedi. Onu beklemeden bu mektubu yazıyorum. 
Öncelikle şunu kesinlikle belirteyim: Benim şu anda gerek senin duyguların ve gerekse de sana güvenim konusunda hiçbir şüphem yok. O halde onları neden yazdın diyeceksin; bak anlatayım: 19 Ağustos’ta ayakta zorlukla duruyordum; gerek bedenen ve gerekse de ruhen neredeyse tükenmiştim. Onun ardından geçirdiğim bir hafta, dedikodu ve hapishane psikolojisi sonucu “artık benim hayatım bitti” görüşü kafama yerleşti. Sana çok şey yazdım ancak sen de içinde bulunduğun şartlar nedeniyle olsa gerek fazla birşey yazamadın. Ardından buraya geldik. Burada her türlü dış etkiden uzakta, kimseyi görmeden ve konuşmadan 15 gün geçmiş hayatımı düşündüm. Şu sonuca vardım: Hayat bitmedi, kaldı ki bitmiş bile olsa başarılısın. Yetişme tarzın ve içinde bulunduğun şartlar dikkate alındığında büyük hatalarım yok. Zaten yaptığım hataları içinde yaşadığım şartlardan ayrı olarak değerlendirme özelliğini nereden kazandım bilmem. Hayatımda en çok şaştığım şeylerden birisi nedir, bilir misin? “Ne Yapmalı?” kitabını yazarının 32 yaşında yazdığı. O kadar tecrübeden sonra bana kalırsa bunu yazmak marifet değil. Sağlam bilgi, kuvvetli bir gözlemcilik ve gözlemleri sistematik hale getirebilmek yeterli. Sözün kısası geçmişte yaptığım herşeyi içinde olduğum şartlar, tecrübe vs. açısından incelediğimde kendime olan saygım oldukça yükseldi. Diyorum ya herşey burada bitse bile gene de başarılı görüyorum kendimi. 27 yıl boşuna geçmedi. Bunu kaç kişi fark eder veya takdir eder orası daha az önemli. Önemli olan insanın kendisinin buna inanması. 
Beraberliğimiz konusundaki düşüncelerime gelince: Dışarıda iken davranışlarınla ilgili olarak detaylı düşünemedim. Aynı şey orada iken de geçerliydi, ancak kendimi toplayabildim. Burada da bu konu üzerinde çok düşündüm (sana o mektubu yazdığımda bu konuda düşünmeye henüz yeni başlamıştım). Haklısın, davranışlarından çok şeyi anladım. Bu konuda hiçbir şüphem yok. Seni dünyandan çıkartma çabası kesinlikle sana güvenebilme çabası değil. Böyle bir sorunum yok benim ve olmayacak da. Bu çaba olsa olsa anlatım tarzlarının farklılığına alışamamaktan gelmiştir. Ben çok yakın olduğum kişilere herşeyi açıkça ve detaylı anlatırım. Senin usulün farklı. Neyse, önemli olan aynı sonuca ulaşabilmek. Senin sevgin konusunda hiçbir şüphem yok, inanıp inanmamak diye bir sorunum yok. Sen herşeyin yanında sevdiğine çok bağlı bir insansın. Herşeyin yanında sana da güveniyorum ve dayanıyorum. Zaten seni düşündüğümde beğendiğim özelliklerini (ki hiç de az değil) alıp onları kendimde de yerleştirmeye çalışıyorum. Bazıları bende de var bazıları yok. Mektuplarından aynı şeyi senin de yaptığını anlıyorum. Bu gidişle iki ayrı insan kalmayacak, memleketin nüfusu bir kişi azalacak. Nolucak şimdi. Yeri gelmişken de belirteyim: Bu erken yaşlanan yüz gibi ifadeler kullanma. Sen böyle dersen ben ne yapayım. Aslında yaşlı değiliz sadece yaşımıza göre çok şey görüp geçirdik. Bu bazan yaşlandığımız duygusunu doğuruyor bizde. Zaman zaman durgunlaşmakla birlikte benim de neşem yerinde. Örneğin gazetede bir haber okuyorum: İnsan zekâsı 60’ında en olgun seviyesini yaşar. Desene diyorum buradan çok zeki çıkacağım. Ne espri değil mi, üşütüyor insanı. 
M. Ali’nin eniştesi geldi, konuştuk. Bizim akrabalara kızdım biraz; şu rastgele hareket etmek huyundan halâ vazgeçmediler. 
Burada soğuklar başladı. Hareket edince sağ dizim felaket ağrıyor. Romatizma galiba. Yaşlandık mı nedir. Yok canım ne münasebet; bu halimle nice gence halâ taş çıkarırım. 
Senin ifadenle “sen de herşeyin yanında güven bana, dayan bana, gör bak tutunca elele bu sevgi nerelere götürüyor bizi...” 
Seni çok seviyorum ve aynı şeyi ben de söylüyorum.

          DİPNOTLAR
32. Bütün mektuplara tarih atmama karşın bazılarında tarih sanırım Belma fotokopi yaparken çıkmamış. Belma mektupları sıralı olarak bana gönderdiği için bazılarında tarihin çıkmamış olması sorun olmadı.