Mektup - 12

                                                                                      14 Ekim 1977
Sevgili Belma,
1 ve 3 Ekim tarihli mektuplarını dün aldım. Benim mektuplarım sana 3-4 günde varıyor, seninkiler ise 10-12 günde geliyor. Onun için tam anlamıyla biribirinin cevabı olamıyor mektuplar. Böyle idare edeceğiz artık. Resimlerinizi aldım. İstanbul’da bende olan resmin de üzerimden gittiğinden bayağı iyi oldu. Yalnız (belki bana öyle geldi) hepinizin rengi çok beyaz. Biraz güneş görün, D vitamini filan alın.
Benim iyi olup olmadığın konusunda kafana hiç bir şüphe gelmesin. Moralman gayet iyiyim, fiziki olarak da kendimi topladım. Hem de içinde bulunduğumuz şartlar hiç de elverişli olmadığı halde. Üç gün Eskişehir’de kaldık. Isparta’ya geldikten 20 gün sonra koğuşa çıktık (koğuşa çıktığımız tarih senin doğum günündü). Hayat tecrübemiz de epeyce arttı sayılır. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra nazizmin çeşitli uygulamalarıyla karşılaştık. Gayrettepe’de kaldığımız o rahat yeri biliyorsun; davranışların da oradakinden çok farklı olmadığını belirteyim. İşte bunlara rağmen, her geçen gün düzeldim, daha iyi oldum. Zaman bütün zorluğuna rağmen çok çabuk geçti. Bunun nedeni en basit bir şeyi yapmanın bile mesele olması (yemek yemek, gazete okumak, mektup yazmak, vb.) Ama Belma, hayatta insanın başını her zaman dik tutabilmesi, hem de nice başlar eğilirken dik tutabilmesi; işte bu yok mu insanı her zaman ayakta tutuyor. Şartlar kötüleşiyor sen daha iyi oluyorsun. Sözün kısası ilk mektuplarımda bahsettiğim iyilik hiç de görece bir rahatlıktan, durumumun istikrar kazanmasından gelmiyordu. İyiydim ve gün geçtikçe daha da iyi oluyordum. Onun için öyle yazdım.
Akrabaların moralinde düşme olmasını normal karşıladım, kaldı ki şimdi bu daha da artmıştır. Ne yapalım, onlara destek olacağız elbet. Önceden de yazdığım gibi; öğrenmeye mecbur kalmak en iyi öğrenme yoludur ama aynı zamanda da en acılı yoldur. Dediğim gibi acele etmemek gerek, tecrübelerden faydalanmak gerek. Bu yapıldı mı herşey hallolur.
Orhan abim (30) ve çevresinin dedikodularına gelince: Bu iş uzadı artık, halletmek gerek. Böyle insanlarla akrabalık filan olamaz artık. Gerçekten onlar için yapılabilecek herşey yapıldı ve verdiğim emeğe, harcadığımız vakite de acıyorum. Diğer akrabalar daha iyi bilir ama bana kalırsa bunlarla görüşmemek lazım artık (tabii herkesin ağzının payı verildikten sonra). Bizim hayatımız herkesin komplekslerini tatmin edeceği bir yer değildir. Bunlar için artık katı olmak lazım. İnsanın az ama güvenilir akrabası olsun daha iyi. Nedir bunlardan çektiğimiz be! Şu ortamda sorumluluklarını bileceklerine leş kargasından farkı olmayan davranışlara giriyorlar. Bu işe bir yeter demek lazım artık. Ben bunların ne mal olduğu konusunda, otele gittiğimizde yaptıkları rezaletler konusunda Mevlut abiye de yazmıştım. Ne de olsa akrabadır diye yumuşak mı davranıyor. Artık olmaz böyle şey. Bize kelle değil adam lazım. Güvenilmez olduktan sonra akraba olmuş kaç para eder. Böyle düşünmek zorundayız. Akrabalardan biri de gelsin artık ziyaretime.
Kişinin kendisini denetlemesi konusunda, önceden de yazdığım gibi bunun aşırısı insanı kendine yabancılaştırır. Üstelik enerjisini de boşu boşuna harcar insan en doğal isteklerini, duygularını bastırmak için. Tabii bunun alternatifi de denetimsizlik değil; ölçülü, normal bir denetim. Ve insan o zaman daha rahat ve mutlu oluyor.
Sana Jack London’un kitabını anlattığım geceyi hatırladım elbet; çok güzel bir geceydi. Zaten o 2,5 ayı da bu kadar güzel yapan şey her anının dolu olması değil mi. İnsan o kadar işin arasında beraber olmak fırsatını bulunca bu beraberliğin değerini daha iyi anlıyor tabii. Seni unutmadığımı da içimden öyle geldiği için yazıyorum; yoksa senin aksini düşündüğünü sandığım için değil. Zaten resmini görünce bütün duygularım büsbütün alevlendi. No’lucak şimdi.
Avukat 25’inden sonra gelecek. Onunla biraz kitap gönderin (roman da olsa olur). Doğum günümü bu kadar kısa geçiştirme daha yaz diyorsun. Anana ve babana seni dünyaya getirdikleri için ne kadar teşekkür etsem az. Daha ne diyeyim. Aslında mektuplarındaki ifade beni şaşırttı biraz. Dışarıdaki kötümserliğinin süreceğini sanıyordum ama öyle olmadı. Aferin sana. Benim hayata olan güvenim sana da geçmiş demek. Ortada güvenilecek birşey olmasa bile (ki hiç de öyle değil) sadece hayata güvenmek bile çok şey verir insana.
Bütün tanıdıklara selamlar. İstemiyorsun diye bu seferlik birşey yazmıyorum mektubun sonuna. Bana ördüğün kazak ne oldu?
Not: Hep soracağım unutuyorum, İsmet (31) abi nasıl? 


        DİPNOTLAR
30. Sürekli sorun çıkaran bir arkadaşın takma adı.
31. Belma ile birlikte yakalanan İmam Kılıç. İlk kez mahkemeye çıkarıldığımızda yaşanan karambol sonucu tutuklanmamıştı.