Mektup - 03


Sevgili Belma,
  “Dünya bir çiledir. Ondan bir şey isteyen köpeklerle boğuşmaya hazırlıklı olmalı.” (Hz. Ali). Kim söylerse söylesin doğru laf. Bizim de yakınımızda ve uzağımızda boğuşacağımız çok şey var. Neyse geçen mektuptan devam edelim: Sağlam bir insanın, gerçek bir insanın karakterinin iki yönü olmalıdır. Birincisi; kendine, yeteneklerine, inandığı ve uğrunda mücadele ettiği şeylerin doğruluğuna sarsılmaz bir inanç. Eninde sonunda herşeyi başaracağına, herşeyi yapabileceğine olan sarsılmaz bir inanç. İkincisi; kendisi olmasa da dünyanın döneceğine, hayatın ve mücadelenin süreceğine; şu anda görünürde olmasa bile giden iyilerin yerini dolduracak başka iyiler çıkacağına olan inanç. Her iki özelliği de uyumlu biçimde kaynaştırmak zordur, çünkü bunlar birbirine zıt, çelişkili şeylerdir. 
Birinci özellik kişinin kendine sonsuz bir güvenini gerektirir. Kişi adeta kendini dünyanın merkezi görür. İkinci özellik ise kişinin kendisini önemsiz görmesini gerektirir. O olmasa da güneş doğar, o olmasa da hayat sürer, o gitse bile bir zaman sonra yerini belki de daha iyi bir başkası alır. Bu iki özelliği birbiriyle kaynaştırmak gerçekten zor. İnsanın hem tek başına kalsa bile sonuna kadar mücadele edebilecek güce sahip olması; hem de gerektiğinde bir hiç, önemsiz bir şeymişçesine kendini feda edebilmesi. Bu insanın en az kendisi kadar başkalarına da güvenebilmesini gerektirir. Fakat bu o kadar zor ki Belma. Özellikle devrimci mücadelede, özellikle öncü savaşında kişilerin bu ikili özelliğe sahip olmaları gerek. Ancak bunun gerçekleşmesi uzun bir zaman ve çaba istiyor. İnsan kendisi kadar başkalarına da güvenmedi mi kendisiyle çok şey bitecek sanıyor ve doğal olarak ürkekleşiyor. Yüksel geçmişte, bizim en büyük silahımız aramızdaki sarsılmaz güvendir, derdi. Doğrudur. Bu nasıl yaratılır? Bunun hayatın içinde, pratiğin içinde oluşacağını söylemek herkesin bildiği bir şeyi tekrarlamak olur. Sorun bunun nasıl olacağıdır.
  Devrimcinin görevi yeni bir dünya yaratmaktır. Ancak tek başına bu ifade eksiktir. İnsan yeni bir dünya yaratırken kendini de yeni baştan yaratır. Değişir, öğrenir, gelişir. Hayatla bütünleşir, hayatın ta kendisi olur. Hayat kadar çok yönlü, karmaşık; hayat kadar enerji dolu, hayat kadar acı, hayatın bizzat kendisi gibi sabırlı olur. Ama insan bu dünyayı değiştirme sürecinde kendini yeni baştan yaratırken yalnız değildir. Başka insanlarla birlikte bu işi yapar. İşte insanın o ikili karakteri kazacağı süreç budur: Bir yandan hayatı bir yandan da yanındakileri değiştirmek. Bunu yaparken de bir yandan hayat diğer yandan da yanındakiler tarafından değiştirilmek. Kendimizi hayata ve başkalarına yerleştirirken (yani onlarda kendimizi yaratırken) hayatın ve beraber olduklarımızın da aynı şeyi yapması (yani onların da bizi değiştirmeleri, bizde kendilerini yaratmaları). İnsan o zaman iyi bir bütünün (bu bütün küçük olsa da önemi yok) iyi bir parçası olarak hisseder kendini. İşte anlattığım o ikili karakter bu durumda kazanılır. Zor iş ama imkânsız değil.
İyi bir bütünün iyi bir parçası olmak genellikle (hele bizim gibi yeni bir örgütün durumunda) iyi parçaların çoğalarak bütünü belirlemesiyle olur. Eski bir örgüt olsa idik bunun tersi olur, zaten iyi olan bütün yeni gelen parçaları eğitirdi. Biz yıllarca (kendisi de pek iyi olmayan parçalarla) iyi bir bütün yaratmaya çalıştık. Ancak bu süreç tamamlanmış olmaktan uzaktır. Hele de benim için. O kadar yük taşıdım, o kadar şeye koştum ki, benden sonra çok şey bitecekmiş gibi gelmeye başladı bana (geçen mektupta bahsettiğim bireycilik eğilimi). Ama öyle olmadığını göreceğim, şimdiden görmeye bile başladım. Bazan kendimden çok başka yoldaşlara güvendiğimi bile hissediyorum. Ama bu konuda daha çok yol almalıyım. İnsan kendi başına iyi bir parça olmak yolunda ancak bir noktaya kadar gelir. Daha sonra parçayı daha da iyileştirecek olan bütündür; iyi bir bütün.
Burada kısıtlı şartlar altında karakterimizin her iki yönünü de ne kadar geliştirebiliriz bilmiyorum. Ama olduğunca yapmalıyız. İnsanı tanımak zor iştir ama olanaksız değil. Ben işe senden başlayacağım. Sen bazı konularda (dengeli gelişimin sonucu) benden daha iyisin. Bana dışarıya kapalı olduğumu söylersin ki yanlış denemez. Ama inan Belma sen de başka yönlerden en az benim kadar kapalısın. Somut söyleyemeyeceğim ama hissediyorum bunu. Senin o dünyana gireceğim (sen de benimkine gireceksin). O dünyalar ki güzel, parlak, muhteşem şeylerin yanında utanılacak şeyleri de barındırabilir. Son derece doğaldır bu. Bana bu konudaki düşüncelerini yaz. Ve yine belirteyim, bu konular seni sıkıyorsa eğer (ama sıkmasını da hiç istemem) onu da belirt.
Aklıma gelmişken söyleyeyim. Senin evde söylediğin bütün o türküler burada sık sık çalınıyor. Hepsi de mapushane türküsüymüş. “Demir kapı kör pencere”, “500 atlı ile kestiler yolu), “görecek günler var daha”. Bu nedenle hep seni hatırlayıp normal birkaç tane içmem gerekirken her gün en az yarım paket sigara içiyorum. Nolucak şimdi?
Bu akşam (Cuma akşamı) koğuşta arama yaptılar. Sürekli marş söyledik. Jandarmalar bayağı ajite oldu. Çoğu bizim koğuşa getirildikleri için küfrediyordu. Doğru dürüst de aramadılar zaten. Mücadele her yerde, her zaman, her boyutta sürüyor. Geceleri zaman zaman marş söylüyoruz. Devrimcilikteki ilk yıllarımı hatırlayıp neredeyse kendimden geçiyorum. İnsanın zaman zaman her şeyi unutup kendini sadece kitlenin bir parçası olarak görmesi çok güzel bir şey.
Ümraniye gecekondularında çatışma olmuş. Üç kişi ölmüş. Ah demekten başka yapacak bir şey yok. Bu zamanda da içerde olunur mu.
Dışarıya genel olarak ne yapılması gerektiği konusunda, polisteki tavır hakkında bir mektup yazacağım. (Rıza’nınkinden (20) daha farklı olmayacak). Artık sorumlu değilim ama bu kesin bir zorunluluk. Dışarıya moral, destek ve yol göstermek gerek. Her yerde, her zaman, her şart altında mücadeleyi bırakmadığımızı göstererek onlara örnek olmalıyız. Bu yakınlarda ailelerinizden fazla para isteyin, bir kısmını dışarıya verelim, ihtiyaçları olacaktır.
Bu gece gene cezalardan bahis açıldı. Ne biçim millet anlayamadım gitti. Dışarıda 24 saat sonrasını düşünmeyenler burada 24 sene sonrasını düşünüyorlar. Ben ne kadar yatacağımı filan hiç düşünmüyorum. Kıramaz isek idamla yargılanıp 36 yıl yiyeceğim kesin (belki 24’e iner). Kaç yıl sonra çıkarız Allah bilir. Bunca zaman mücadele içinde olamamak, bunca zaman eli silah tutamamak, bunca zaman sana sarılamamak insanı öldürür be. Ama dedim ya düşünmüyorum. Umutsuzluğa da kapılmıyorum. Hayaller de kurmuyorum (kolayca kırarız vb. türünden). İşler o kadar basit değil. Herşeyden önce sabır gerek. Bütün olanakları teker teker sabırla deneyeceğim, sizlerden de destek isteyebilirim. Mücadele, her yerde her zaman şartlar ne olursa olsun mücadele. Hayata yenilmeyeceğiz. Hayat bizi çok zorluyor ama yenilmeyeceğiz. Tek tek kişiler olarak da bütün olarak da yenilmeyeceğiz. Hayatı, yolunda herşeyimi verdiğim mücadeleyi ve seni sevdiğim için yenilmeyeceğim, yenilmeyeceğiz; sen de yenilmeyeceksin. Sevgilim, karım benim. O harcadığımız enerji, o çekilen acılar, üzüntüler boşa gitmedi. Göreceğiz o günleri, hem de beraberce. Bunu hissediyorum hem de kuvvetle hissediyorum. Sevgili karım benim, kendine iyi bak. Avukatın yanında iken ellerin çok soğuktu. Ben de üşütüp hasta oldum. Kendimizi koyvermemeliyiz. Geceleri çok düşünüyorum. Bazan mücadelenin içinde olduğum günleri, bazan birbirimize sarılıp uyuduğumuz geceleri. Seni çok seviyorum ve bu da bana güç veriyor. Bilirsin geçen kış sık sık söylerdim: Örgütümüzün bir şarkısı vardır: “Bunlar da geçer. Neler gördük biz, neler çektik biz. Bunlar da geçer.” Bana yaz. Olabildiğince uzun yaz. Yazmak insanı ferahlatır. Uzun uzun aklına ne geliyorsa yaz. Bir daha seni mahzun görmek istemiyorum. Sen iyi olursan ben daha da iyi olurum.
Bana beni sevdiğini yaz. Benim için neler düşündüğünü, neler düşündüğünüzü etraflıca yaz. Bunlara ihtiyacım var, daha iyi olmak için ihtiyacım var. Kendini benim için sakın üzme. Eğer böyle yaparsan inan çok üzülürüm. Ben çok şey gördüm. Ölümler, başarısızlıklar, acılar, ayrılıklar. Bunlar ve mücadelenin ateşi yüreğimi yakıp, kuruttu. Ama benim o çoraklaşan yüreğimde yine de bir fidan yeşerdi. Senin sevgin yeşerdi. Olağanüstü bir şey bu.
Ben biraz aceleciyimdir. Bütün hayatım kendimi bildim bileli bazan boş yere de olsa koşturmakla geçti. Ben değil ama başkaları geriye baktığında klasik ve devrimci anlamda yapılmış birşeyler görüyorlar. Okul bitirdik, askere gittik, evlendik, çalıştık, çocuk sahibi olduk, vb. Devrimci bir örgütün kuruluşunda, gelişmesinde aktif rol aldık, vb. Ama birkaç şey var ki onları yapmasaydım biraz yazık olurdu. Sana olan sevgimi açıklamak, senin eline silah vermek ve örgütün tarihinde yaptığı en tehlikeli iki eyleme önderlik (İnter ve Harbiye (21).  Bunun yanında kendimde bir sürü eksiklik ve hata da görüyorum (bazan kendime küfredecek kadar). Ve ben seni sevdim Belma. Çok sevdim. Bazan kendimi sana layık bile görmüyorum. Anla artık benim gözümde neredesin. Onun için iyi ol. Sana da ancak iyi olmak yaraşır. Sadece sen değil herkes iyi olsun. Batmadık, yıkılmadık. Öyle olsaydı bile buradan, oturduğumuz yerden bir, üç, belki beş yılda ama mutlaka yeniden kurardık. Eksiğiz, yetersiziz, hatalıyız ama bu güç de bizde var Belma. Siyasi yönden güçlü olan er geç ağır basar. Devrim on yılların mücadelesidir. Biz daha başında sayılırız. Neresinde olursak olalım görevimiz üzerimize düşeni yapmaktır.
Sana ve diğer yoldaşlara (ötesini söyleyemiyorum, anlayın artık). 
      E.


      DİPNOTLAR
  20. Rıza Salman. Ankara Merkez Cezaevi’nde bulunuyordu. Bir eylem sırasında yakalanmış ve bir gözünü kaybetmişti. 
21. 1 Mayıs 1977’de Taksim’deki kalabalığa ateş açılan Intercontinental otelinin kurşunlanmasıyla Harbiye Orduevi karşısındaki Akbank şubesinin soyulması.