EK - 4


       Geçen yazıda mektubun başlangıcı bölümünü aktarmıştım. Buradan devam edeceğim. Mektup 17.2.1979 tarihlidir. Belma tarafından mı gönderilmişti yoksa başkasından istemiştim de ziyarette mi getirmişti, hatırlamıyorum. Ülke dergilerini okumuşum. Ülke, Vahap Erdoğdu ve çevresi tarafından çıkarılan kalın ve teorik içerikli bir dergiydi. Mektupta bu derginin ilk sayısında yer alan köylülüğün farklılaşmasıyla ilgili yazı inceleniyor. İçerde dört kişiydik: Mihrac, Ali, Bünyamin (ya da Zafer) ve ben… Bunları da benden başka okuyan yoktu zaten…

       « 1. sayıdaki en önemli yazı köylülüğün farklılaşmasını inceliyor. Ekonomik inceleme bakımından –hele bu ülkede kıt bulunan doğru istatistik malzemesi de göz önüne alınırsa– iyi bir yazı. Ancak böyle bir yazıdan beklenen siyasi sonuçların hiçbirisi yok. Sonuçlar oldukça muğlak ve karışık. Aslında bu karışıklığın temel nedeni meselenin tamamen emperyalizmden bağımsız olarak ele alınması. Bizim gibi gizli işgalin bulunduğu ve kapitalizmin dışa bağımlı olarak önemli ölçülerde geliştirildiği ülkelerde, ülke şartlarından başlayarak, yani özelden genele doğru giderek, doğru sonuçlara varılamaz ve kişi kendini özelin içinde kaybeder. Doğru yöntem emperyalizm tahlilinden başlamaktır, yani genelden özele gidiştir. Bizim tüm başarımız zaten burada yatıyor. 

       Bugün ülkemizde tarımsal alanda kapitalizm hakim üretim biçimidir. Bu hakimiyet devrimci biçimde (yani, toprak reformu vasıtasıyla büyük feodal mülkiyetteki toprakların parçalanması, böylece tarımsal alanda küçük köylü mülkiyetinin hakim olması ve zaman içinde küçük üreticilerin farklılaşarak bazılarının proleterleşmesi bazılarının ise tarım burjuvaları haline gelmesi şeklinde) olmamıştır. Prusya tipi kapitalist gelişme tarzında, yani yukarıdan aşağıya, bir gelişimle toprak ağalarının tarım burjuvalarına dönüşmesiyle gerçekleşmiştir. Aslında bu gelişime Prusya tipi demek yanlıştır çünkü bu tip de kapitalizmin iç dinamiğiyle geliştiği ülkeler için geçerlidir, tek farkı gelişmenin yönüdür. Ülkemizde ise bu gelişim yukardan aşağıya ve dışa bağımlı olarak gerçekleşmiştir. 

       Ülkemizde kapitalist yapının (dışa bağımlı biçimde de olsa) tarımda egemen olması hemen şu sonuçları gündeme getirir: Kapitalizmin gelişmesi köylülük içindeki farklılaşmayı, sınıflaşmayı kesin çizgilerle belirler. Artık köylülük temel güçtür formülasyonu sadece bu noktadan bile geçersizdir. Çünkü köylülüğün temel güç olması, onların bir bütün olarak devrime katılmasını ifade eder. Bu ise köylülük içinde sınıf farklılıklarının henüz yeterince gelişmediği feodal dönemi ifade eder. Köylülük bir bütün olarak feodallere karşı yapılan toprak devrimine katılır. Köylülüğün sınıflara ayrışmasının ileri boyutlara vardığı ülkelerde ise tarım proletaryası ve yoksul köylü ve küçük köylü devrimin temel gücü kapsamındadır. Orta köylü tarafsızlaştırılır, tarım burjuvazisi ise devrimin hedefidir. Anti-feodal devrimde ise zaten belli belirsiz ortaya çıkan orta köylü devrimin temel güçleri arasındadır, tarım burjuvazisi ise tarafsızlaştırılır. 

       İkinci olarak, ortaya çıkan sonuç ise devrimin artık bir toprak devrimi olmadığıdır. Kapitalist üretim yapan büyük tarım işletmelerinin parçalanarak dağıtılması gerici bir adımdır, geriye dönüşü ifade eder. Bu işletmeler kolhozlara çevrilir. Geride kalan ise küçük köylü işletmeleridir (feodal büyük işletmeler bulunmadığından dağıtılacak toprak da yoktur). Bu durumda devrimin tarım programı topraktan özel mülkiyetin kaldırılması yani toprağın ulusallaştırılmasıdır. Toprak alım satımı böylece ortadan kalkar. Diğer yandan ücretli emek kullanımı da yasaklanır. Bu iki tedbir tarımda kapitalist ilişkilere nitelik belirleyici bir darbe indirir. 

       Sonuç olarak, ülkemiz devrimi altyapıda sosyalist nitelikte bir devrimdir. Devrimin temel gücü; köylülüğün sayılan kesimleri, proletarya ve şehir küçük burjuvazisidir. Devrim üstyapıda ise demokratik bir özelliğe sahiptir. Lenin, “demokrasi okulunda eğitilmemiş bir işçi sınıfı ekonomik devrimi başaramaz” der. Kitlelerin demokrasi okulunda eğitilmesi demek, onların yönetebilmeyi, ortak bir karar doğrultusunda toplu olarak hareket etmeyi öğrenmeleri demektir. Bu ise en iyi biçimde kitlelerin toplu halde bulundukları demokratik kitle kuruluşlarında gerçekleşir. Bu kuruluşları sadece dernek ve sendika olarak anlamak yanlıştır. Kitlelerin demokrasi mücadelesinde eğitimini sağlayan her araç bu amaca hizmet eder. Rusya’da Sovyetler bu amaca hizmet etmiştir. Böylece kitleler daha ileri bir ekonomik düzeni yaşatabilecek, yönetebilecek duruma gelmişlerdir. 

       Ülkemizde devrimin üst yapıda demokratik bir karakterde olması da bunu amaçlar. Bizim gibi ülkelerde suni dengenin varlığı sonucu demokratik kitle kuruluşları, kitlelerin demokrasi mücadelesinde eğitimini gerçekleştiremez (ne Sovyet ne de kurtarılmış bölge kurmak olanaksızdır). Üst yapıda demokratik devrim bu eğitimin şartlarını yani halk kitleleri için genel bir özgürlük ortamını hazırlayacaktır. »

       Mektupta bu konu bitiyor ve Ülke dergisinin ikinci sayısında Muzaffer Erdost’un Osmanlı İmparatorluğu üzerine yazısının incelenmesine geçiliyor.

       Haftaya devam etmek üzere burada kesiyorum…