EK - 3

Ludwig Knaus  (1829-1910)


Mektup – 26 

                                                                                      9 Aralık 1978
        Sevgili Belma,
        Saat sabahın altısı. Gece hiç yatmadım. Yazı meselesi yüzünden buradan da posta olma ihtimalimiz belirdiğinden yarım kalan bazı şeyleri tamamlamaya çalışıyorum. Önümüzdeki hafta da sürekli çalışıp bitireceğim. Bakalım nereye gideriz. (38)
        Senden henüz yeni mektup almadım. Bu benim 11’inci mektubum oluyor. Beni araman için bir telgraf çekmiştim ancak anlaşılan şu ara İstanbul’da yoksun. Yoğun bir çalışmaya gireceğimden bundan sonra mektup yazamayabilirim veya kısa olabilir yazacaklarım. Ancak gelen mektuplarını mutlaka cevaplarım.
        Bu civara gelebilsen iyi olurdu. Açık ve uzun bir ziyaret yapardık.
        Geçen mektuplarımda bahsettiğim bir konuya döneceğim tekrar: İnsanlara nasıl davranılması gerektiğini ikimiz de görüp anladık. Geçmişte bu konudaki hatalarımızı kavradık. Temel hatamız herkesi kendimiz gibi görmek ve düşünmekti. Halbuki insanların görünüşlerine hiç uymadıklarını ve genellikle görünüşün bir kılıftan ibaret olduğunu bilmeli, gerçek yüzlerini görüp öğrenmeliyiz. İnsanlar için kötü düşünmeye alışmalıyız sözün kısası. Düşün ki geçmişte en büyük darbeleri en yakın olduğumuz ve sürekli olarak bir şeyler vermeye çalıştığımız insanlardan yedik. Demek ki onlara karşı doğru davranmamışız. Fazla demokratik davrandık ve yeterince otoriter olamadık. Bunun sonucu kendimizi lüzumsuz yere yıprattık, kişiliğimizden gerekenden fazla taviz verdik.
        Bir mektubunda bahsettiğin yazı meselesine gelince; bu konunun aylardan beri spekülasyonu yapılıyor. Önce meselenin gelişimini açıklayayım: Bugün ortaya konulan, kendi içinde bütünsellik taşıyan ve dünya çapında bir teoridir. Bu yeni şeyler okunarak ortaya çıkarılmadı, çünkü bu konu üzerine yazılmış hiçbir şey yok. Yaşanılan pratiğin ışığında eski bilinenlerin yeniden değerlendirilmesiyle oluştu ve doğal olarak ancak yeterli bilgiye sahip ve o pratiği yaşamış olanlar bunu yapabilirdi. Bu nedenle özel bir kişinin malı değildir. Sahip çıkma meselesinin nasıl olduğunu bilmiyorum. Heryerde kendi kişiliğini ön plana çıkarma meraklısı olduğundan bunu yapabilir, ancak sanmıyorum. Çünkü kaleme alan bellidir ve ilk karşılaşmamızda silahlı propagandanın tanımını bilmeyen de bellidir. 
        Mesele budur. Şu fikir şunundur, bu fikir bunundur diye bütünsellik arzeden teoriyi parsellere bölmeye çalışmak, ancak iflah olmaz kariyeristlerin işi olabilir. Veya başka işi gücü olmayanlar böyle şeyleri merak ederek uğraşabilirler. (39) Bu meselenin spekülasyonu ise şöyle: Biliyorsun kimse bize karşı kolay kolay açık tavır almaz, çünkü gücü yetmez. Bu nedenle çeşitli insanları birbirine karşı kullanmayı denerler. Bugüne kadar benim duyduğum, avukat efendi her şeye benim sahip çıktığım spekülasyonu yapıyordu (tabii bazı başkaları da). Amacın ne olduğu açık, adamın gücü yetmeyince ne yapsın? Bu konuyu da akılda tutarak meseleyi yukarda açıkladığım gibi koymamız gerek. (40)
        Sana iki resim gönderiyorum. Hem de renkli üstelik. Yürürkenki resmim haberim olmadan çekilmiş. Düşüncelere dalmış biçimde oldukça doğal çıkmış bu nedenle. Benim resimlerim pek iyi çıkmaz ama bu en iyisi olmuş.
        Sevgili eşim. Zor dönemdeyiz. Ama tekrar söylüyorum: Bunu da aşacağımıza inanıyorum. Seni çok seviyorum.

        Not: Mektubu alınca telgraf çek. 

        DİPNOTLAR:

        (38) Yazı meselesinden kastedilen, cezaevi duvarına örgüt ambleminin çizilmesidir. Ziyaret yerine gelenler bu amblemi rahatça görebilirdi. Gereksiz bir işti, ama çoğunluk istiyordu ve yapıldı. Bu amblem nedeniyle bir süre sonra sürgüne gidecektik. Ben Aydın’a sürüldüm. Orada Aydın’daki bir banka soygunu nedeniyle tutuklu Rıza, Erol, Yusuf ve Mehmet vardı. Burada iki ay kadar kaldım. İçeriye silah soktuk ve bütün gardiyanları rehin alıp firara teşebbüs ettik ama olmadı. 
        (39) Hapishanede yazılan ve silahlı propagandayı öne çıkaran, halk savaşının bu ülkede verilemeyeceğini savunan yazıları kim yazıyordu? Belma bu konuda dışarıdaki söylentileri iletiyor. Normal olarak yazdığım hiçbir yazıya “ben yazdım” diye sahip çıkmadım. Çok sayıda insan biliyordu ki, Türkiye Devriminin Acil Sorunları’nı ben yazmıştım ama o zamanki ve sonraki yıllarda “ben yazdım” demedim. Birincisi böyle demek bence ayıp bir şeydir, ikincisi ise insanlar zaten biliyorlar. Dedikodu ortamı maşallah denilecek genişlikte, sadece bizim örgüt değil bütün sol biliyordu neredeyse… Konya Cezaevi’nde yazılan yukarda belirttiğim konuyla ilgili yazıları Mihrac Ural dışarıya gizlice haber gönderip “ben yazıyorum” diyormuş. Bunu sonra öğrendim. Öğrendiğimde de herhangi bir tepki göstermedim. Kişinin eğitim seviyesi belli; sanat okulu mezunu ve o yıllarda Türkçesi de bozuktu. O yazmış olsun, ne olacak ki! Birazcık aklı olan önce bu kişiye bakar sonra bir de yazıya bakar ve bu yazı bu kişiden çıkmış olamaz sonucuna hemen varırdı…
        (40) Avukat olarak kastedilen birkaç kere ziyaretimize gelen Cemil Orkunoğlu’dur. Eşi Hilal İstanbul’daki iki sorumludan bir tanesiydi ve kendisi yeteneksizliği nedeniyle sorumlu olamadığı için de bana düşmandı. O sıralarda gerçekleşmekte olan örgütsel ayrılıkta Halkın Devrimci Öncüleri tarafında yerini alacaktı. Ayrılığı özellikle kışkırtanlardan bir tanesidir.