EK 4'e Giriş


Neden böyle başladığımı açıklayayım: Okuyacağınız ek mektupların sonuncusu…
Başlangıçta uzun bir mektup olacak deniliyor ama tamamı yok, düz kağıda küçük yazıyla yazılmış iki sayfa var… Sonrası kesiliyor. Mektup başlangıç bölümü dışında tümüyle ekonomik analize ayrılmış ve bunları gelecek seferde okuyacaksınız.
Baştaki kısa bölümü okuyunca bu girişi yazmak ihtiyacı hissettim.
Mektup 17 Şubat 1979 tarihli…
Demek ki, Konya cezaevinden yazılmış ve ilk bölümü şöyle:

Mektup – 27

« Sevgili Belma,
Şu ana kadar henüz mektubunu almadım. Telgrafını aldım, bizim altıncı mektup kaybolmuş. Uzun yazdığım zaman boşa gitmesi canımı sıkıyor ama bu sefer bazı mektupların neden kaybolduğunu çözdüm. Kaybolanları hep aynı yere vermiştim, demek atmıyorlar. Bunu uzun yazacağım ve eline varır sanıyorum. Yalnız alınca bana telgraf çek. »

Mektubun bundan sonrasında önce Belma’nın gönderdiği kitap kolisini aldığım yazılı. Yukarıda aktardığım kısa paragrafın ardından bu girişi yazmaya neden gerek duydum derseniz…
Konya cezaevinde açık görüş imkânı vardı. Ziyaret yerinde ziyaretçi ile bizim aramızda cam veya tel gibi engeller yoktu. Ziyaretçi bize getirdiğini verebilir, bizim verdiğimizi alabilirdi. Bunun için gardiyanın aracı olması gerekmiyordu.
Ben de yazdığım mektupları gelen ziyaretçiye doğrudan veriyordum ve o da dışarıdan postalıyordu. Normal olarak atılan mektubun yerine ulaşması gerekir, arada kaybolan olabilir ama aynı kişiye verilen mektuplar kayboluyorsa, diğerleri gidiyorsa, burada gariplik var demektir.
Çok sık ziyarete gelen ve atılması için mektup da alan kişi zamanın örgüt sorumlularından Tacettin Sarı idi. Oraya buraya gitmekten başka becerisi olmayan ve önemli bir politik bilince sahip olmadığı belli olan Hataylı birisiydi. Tahmin edilebileceği gibi Antakyalılarla özel bir ilişkisi vardı. Bu adama postaya atması için verdiğim mektuplar gitmiyordu ve bunun tek açıklaması olabilirdi: mektup sonraki ziyarette Mihrac’a teslim ediliyordu. Saatler süren görüşte sürekli olarak görüş yerinde bulunmuyordum, bu arada ya Mihrac ya da Ali’ye veriliyor olsa gerekti. 
“Böyle bir şeye neden ihtiyaç duyuyorlardı?..” derseniz, Belma tahliye olmuştu ve İstanbul bunların hiç ilişkisinin bulunmadığı bir yerdi. Dışarıda bunlardan ayrı örgütlenme yapılacak diye çekiniyorlardı. 
Böyle bir girişimim olmadığı gibi örgütlenme konusunu mektupta açık olarak yazacak kadar aptal da değildim. 
Mektupların atılmamasının başka bir nedeni daha vardı, o da mektuplarda yazdığım politik analizlerin okunması ve Mihrac tarafından kendi düşüncesiymiş gibi bana satılmaya çalışılmasıydı. Başlangıçta hayret etmiştim, ne kadar da benzer şeyler düşünüyoruz diye… İşin aslı ise böyle değildi!
Bunlar ne kadar çaresiz insanlar diye düşünmeden yapamıyorsunuz. Her şeyden korkuyorlar çünkü kendilerinin yapabildiği hiçbir şey yok… Bunu 1980 sonlarında Adana ve Antakya’yı gördükten sonra açık olarak anlamıştım. Geniş kitle örgütlenmesiymiş, tamamen palavraydı…
Şubat 1979’da bu mektubu yazmışım, bir yıl iki ay sonra hapisten kaçacak bunların deyimiyle “başlarına bela” olacaktım. Bir şeyler yapabilecek insanın kendilerinden ayrı olması bu kişileri rahatsız ediyordu. Halbuki kaçtıktan sonra ülkede kaldığım sekiz ay içinde hareket imkânım oldukça kısıtlıydı. 
Hapisten kaçtıktan bir yıl iki ay sonra Suriye üzerinden Paris’e gittim. 
Paris’e geldikten bir yıl iki ay sonra da ayrıldım, başka bir deyimle kendimi bu pislikten kurtardım.
Paris’te ayaklarımı yere basmam, ilişkiler oluşturmam ve büyük bir çıkış yapmam için bir yıl iki ay yetmişti.
Paris ev işgalleri örgütün 12 Eylül sonrasındaki ilk ve tek büyük eylemi olarak kalacaktı. Yıl 1982 başıydı ve solda büyük bozgun yaşanıyordu. Bu nedenle de yapılan her eylem, nerede olursa olsun büyük yankı yaratıyordu. 
Paris’te iken üç sayı yayınladığımız Tek Yol Devrim dergisinin Ev İşgalleri Özel Sayısı’nı büyük boy olarak çıkarmış ve her tarafa dağıtmıştık. Bu dergileri Suriye’ye de göndermiş ve orada da dağıtılmasını sağlamıştım. Birkaç ay sonra ayrıldığımda ise elleri böğürlerinde kalmıştı… Aleyhime konuşsalar, zor; çünkü Suriye’de “bakın örgütümüz neler yapıyor” diye dergi dağıtan, propaganda yapan kendileri…
Neyse burası önemli değil, önemli olan henüz çok azını gördüğüm ama benim için yeterli olan bu pislikten kendimi kurtarmaktı. Aramızda siyasi ayrılık yoktu da diyebilirim, çünkü siyasi ayrılık siyasi kişilerle olur. Çıkarına göre bugün böyle yarın başka türlü olan kişilerle siyasi ayrılık olmaz…
Yolları ayırırsın ve arkana da dönüp bakmazsın...
Gelecek hafta tamamını okuyacağınız mektup son mektuplardan bir tanesidir. 
Kısa süre sonra Aydın cezaevine sürgüne gidecektim. Buradan hiç mektup yazmadım. Sonra Selimiye Askeri Cezaevi, sonra Sağmalcılar ve firar…