EK - 1

        Aşağıda okuyacağınız mektup Belma’ya Mektuplar külliyatı içinde yer almayan ve yayınlamayı da düşünmediğim bir mektuptu. Nedeni ise, içindeki döneme ait uzun analizlerdi. Okurlardan bu yönde talep geldiği için yayınlıyorum, ama kitaplaşma yolunda olan mektuplar arasında yine yer almayacaklar, sadece burada okuyabileceksiniz. 
        Mektuptaki bazı belirlemelerin çözümlenmesi gerekiyor, yoksa anlatılandan bir şey anlamak neredeyse mümkün değildir.
        Önce cezaevinden başlayayım… Belma ile aynı hapishanede yatan kadınlardan birisi olan Gülen bana bir pano göndermiş, Isparta cezaevi yönetimi de bana vermemişti. Bir ara İbrahim (Yalçın) ve M. Ali (Kırdök) ile aynı koğuşta kalmışız, sonra yine ayrılmışız. Zaten bu iş kaç kere oldu sayısını hatırlamıyorum. Kırdök, TİKKO davasından yatıyordu. 
        Mektupta örgütle ilgili belirlemeler holdingler temelinde anlatılıyor. Sabancı Holding güney bölgesi demek. Biz içerdeyken bu bölgede ortaya çıkan silahlı mücadele ile ilgili komik görüşler bize ulaşmıştı, onlardan söz ediliyor. 
       İktisadi tecritten kastedilen siyasi tecrittir. 
       Şirketin (örgütün) birinci kuşağı üç kişiydi, ikisi ölmüş ve sadece ben kalmıştım.
        Dönüşte bizim konvoy diye sözü edilen, bizi İstanbul’daki mahkemeye götürüp getiren büyük askeri konvoydur. İlk gidişte başımızda bir albay vardı, ikincisinde yüzbaşı. Kaç asker vardı bilmiyorum ama elliden az değildi, ek olarak Isparta-İstanbul yolundaki bütün kavşaklar askeri araçlarla tutulmuştu. Gidip gelirken sadece garnizonlarda durduk. 
        Kalan bölümü okur kendisi yorumlayabilir.
                                                                                         9 Mart 1978
        Sevgili Belma,
        Senden henüz cevap alamadım. Geçen gün iki mektup birden geldi; Ankara ve Afyon’dan. Önce Afyon’un mektubundan bahsedeyim sana: Onlar da gelen avukata bizim gibi davranmışlar. Herif yalancının teki yani. Bu mesele de iyice yılan hikâyesine döndü artık. Ne düşündüğümüzü, nelerin açıklanması gerektiğini uzun uzun yazdık ve söyledik ama karşılığında somut hiçbir şey göremedik. Böyle devam ederse sonunda bu iş inceldiği yerden kopacak. Abine kızmıyorum çünkü o doğal olarak senin için uğraşıyor. Diğer konulardaki gayreti kısa bir süre etkilenmesinden ve senin isteğinden dolayı geliyor. Ne olursa olsun ama şu belirsizlikten kurtulalım artık. Herhangi bir gelişme olursa Afyon’a da yaz. Boşuna vakit kaybetmeyelim. Geçen mektupta da yazdığım gibi tanıdık avukat Nisan başlarında gelirse iyi olur. Uğraşmıyorsa eğer ısrar etmeyin; biz başımızın çaresine bakarız artık. 
        Kitapları aldık. Paris Düşerken ve Fırtına, ama Gülen’in panosu gelmedi. Kızdım ama ne yapalım. Herifler gölgemizden bile korkuyorlarsa biz ne yapalım. İbo ve M. Ali de iki gün kaldıktan sonra yeniden eski koğuşlarına döndüler. Felaket tırsıyorlar beraber olmamızdan. Gülen’e söyleme de üzülmesin bari. Geçenlerde savcı akşam üzeri koğuşa geldi ve gelir gelmez de kafayı bana taktı. Ahlâk, maneviyat vb. Diğer mahkûmların tepkisini çekmek pahasına da olsa cevap verdim. Fazla konuşamadı, çekti gitti. Tepki ne kelime sempati daha da artmış. 
        Ankara’daki bir mektup yazmış ki, destan mübarek. Tam beş sayfa, anlatmış da anlatmış. Bu konulara gireceğim birazdan; çoğu ‘iktisadi’ konular. Zaten bu konuları tartışıyoruz hep. Süreçte iktisat teorisinin hayata uygulanması konusunda ilginç ve biraz da ilkel teoriler ortaya çıkıyor. Kafa yorup, geçmiş iktisadi tecrübeler de iyi değerlendirilmeyince iyi olan bazı gelişimler (Sabancı Holding’in gelişimi gibi) model olarak alınmaya başlıyor. Halbuki Sabancı Holding önemli ölçüde kendiliğinden bir gelişmeye sahiptir. Dünyada o kadar iyi şey var ki, iyi olan her şeyi onaylamak sorunun özünü görmemek olur. Yoksa her şeyde iyi bir yan vardır değil mi? Bildiğim kadarıyla temel iktisadi teorinin uygulanma anlayışı şöyle: Önce mahalli birimler halinde ekonomik faaliyette bulunmak ve iktisadi uzmanları yetiştirmek. Bu ilk iki evre oluyor. Üçüncü evre bu iktisadi uzmanları karşıt şirketi psikolojik olarak yıpratma faaliyetine sokmak. Son evre iktisadi tecrit faaliyetinin başlaması. Fesuphanallah! Üç ve dördüncü evreler birbirinden ayrılırsa bu iktisadi teorinin sonu nereye varır? Gerçi dört üçün içinde yer alır deniyor ama bu laftan ibaret. Son iki evre aslında tektir, birbirinden ayrılamaz. Tam anlamıyla Sabancı Holding’in gelişim kopyası. Temel yanılgı şuradan geliyor: Eski bir alışkanlık olarak iktisadi tecrit faaliyeti büyük iktisadi atılımlar için geçerli oluyor, geri kalan kısım ise ufak şeyler oluyor. Bildiğim kadarıyla bu konu ilk kuşağın bir temsilcisince “Yakın Şirket Tarihimizin İncelenmesi”nde etraflıca açıklanmıştır. Ankara sanayi odası iyi bir cevap vermiş: Öz olarak demiş; samimiyet, iyi niyet ve bilgisizlikten doğan çocukluk. Felaket kızmışlar ama hak etmişler. Böyle bir şirket yapısı (Debray’ın sözleriyle): Böyle bir şirket iktisadi faaliyet için çok militer, militer faaliyet için çok iktisadi bir yapı olur. Bu iktisadi düşüncelerin tehlikeli bir noktaya ulaşacağını sanmıyorum. Tecrübesizlik ve de geçmiş iktisadi tarihi iyi anlayamamaktan gelen bir hata olsa gerek. Bir de bunun kadar önemli olmasa da yine iktisadi tarihin yanlış değerlendirilmesinden gelen hata var: Şirketin birinci kuşağıyla ilgili olarak şikâyetler ve özellikle de ilgisizlikten şikâyet. İyi mi! 
        Bildiğim kadarıyla şirketin birinci kuşağının tümü büyük iktisat uzmanları değildir. Ancak tarih böyle gerektirdiğinden bu rolü üstlenmişlerdir. Ve bu süreç içinde ilk kuşağın tüm hata ve yetersizlikleri; öğrenme sürecinin gereklerinden ve enerji ve yeteneğin zorunlu sınırlılığından doğmuştur. Elden gelen hiçbir şey arda konulmamıştır ve dolayısıyla birinci kuşağın veremeyeceği hesap yoktur. İlgisizlik konusuna gelince; bu konuda haklıdırlar ancak sorun tüm şartlarından ayrılıp da tek başına ele alınırsa bu böyledir. Önceki mektuplardan birinde yazmıştım sanıyorum; büyük şeyler her zaman bazı şeylerin ikinci plana itilmesi pahasına gerçekleşir. Arkadan gelenlerin durumu geliştirmesi de genellikle hep bu ikinci plana itilenlerin öne çıkarılmasıyla olur. Bu nedenle geçici bir süre hiçbir şey veya az şey yapılmış görünür çünkü hep tali plana itilenlerle uğraşmak zorunluluğu vardır. O tali (ama bir zamanlar) unsurlar geliştikçe, onların hangi temel üzerinde geliştiği anlaşıldıkça durum bir bütün olarak kavranabilir. Bizler de 71’i tüm boyutlarıyla böyle kavrayabildik. Bazı konular detayda kalacaktı. Tekrar düşünelim: Basına yansıdığı kadarıyla adı geçen şirket iktisadi yatırım alanında genel bir atılım kararına varır. O zamanlar oldukça tantana koparan bu kararın tarihsel bir öneme sahip olduğu kısa sürede anlaşılır ve adı geçen şirketin şöhreti büyük boyutlara ulaşır. Yalnız bu durum da yine basına yansıdığı kadarıyla önemli sorunları beraberinde getirdi. Şirket yönetim kurulu zorunlu olarak önemli ölçüde yenilendi. Eski üyelerden bazıları zorunlu olarak ayrıldı. Yeni üyeler doğal olarak biraz daha yetersiz ve acemi ve bu durum ilk kuşağın son temsilcisinin yükünü olağanüstü artırır. Şirketin önüne pek çok sorun yığılır. Bunların topuna birden aynı oranda girişmek olanaksızdır. İçinde yaşanan iktisadi ortamın tahlili sonucu alınan yatırım kararları tüm sorunun temelidir ve birinci derecede uğraşılması gereken sorun görünümündedir. İktisadi ortam çok elverişlidir ve alınan iktisadi kararlar uygulanacaktır. Çabanın çoğu bu alanda yığılır; geriye kalan kesim nispeten ama zorunlu olarak ihmal edilir. Tüm kaynaklar ve enerji belirli bir noktaya teksif olur. Belki bu alanda çok şey başarılamadı ama harcanan gayretin yapıyı derinden etkilediğine hiç şüphe yok. Şüphesiz bunlar zamanla daha iyi anlaşılacaktır. 
        Tabii bu durum sadece iktisadi değil hemen her konuda spekülasyon körüklüyor. Gerçekten kötü bir durum. 
        Eh, sizler nasılsınız? Gülen nasıl? Bir de bana mektup yazan bir başkası daha vardı. Cevap yazdım, herhalde çoktan almıştır. Tekrar yazmaya niyeti yok anlaşılan. Şu anda Çarşamba gecesi. Biraz heyecanlıyım; birazdan Napolyon’u seyredeceğim. Televizyon alındığından beri her Çarşamba maç vardı. İlk kez seyredeceğim ve daha da önemlisi benimle birlikte çok sevdiğim birisinin de seyredeceğini biliyorum. Aynı anda aynı şeyi yapmak berabermişiz gibi bir duygu veriyor insana. Baksana niye bu kadar çok seviyorum ben seni. No’lucak şimdi. 
        Nasıl, kitap okuyabiliyor musun? Önceden de yazmıştım ya, ayda üç tane kitap veya dergi okuyacağım diye. Şimdilik 19’a ulaştık. Hesap tamam yani. Sırada yedi kitap bekliyor. Yarın Paris Düşerken’e başlıyorum. 
        Televizyonda bir türkü var: Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun. İstanbul’u da seyrederken çok içten dinledim. Sadece bu şehre olan bağlılığımdan değil; dahası orada bir yarim var benim. Bu şehri düşündükçe, orada bulduklarımı düşündükçe tuhaf oluyorum. Bak ne anlatacağım sana. Dönüşte bizim konvoy İstanbul’un kazalarından birinde epeyce durdu. Yiyecek filan aldılar ve biraz da gevezeliğe daldılar. Kendimi birinin çok yakınında hissettim. Garip ve tuhaf bir duyguydu bu. Baksana, ben çıkınca başka bir yere gidemem sanıyorum. Pek uyamam başka yere gibime geliyor. Neyse bakalım. İster istemez son mektubundaki şiir geldi aklıma: Asıl biz biliriz kederi / Asıl bizim aramızda güzeldir hasret. Gerçekten de güzel bir beraberlik. Hasreti bile güzel. 
        Geçenlerde buraya eğitim enstitüsünde olay çıkarmaktan birkaç kişi geldi. Buradan da adam çıkıyor yani arada bir de olsa. Birinin dediğine göre; burada bütün ülkede ne oluyorsa Acelecilerden biliniyormuş. İyi mi. Bir sevindim ki, bu Allahın dağında bile, düşünsene… 
        Napolyon’u seyrettim. (Louise bölümü). Pek sevmedim ama hepten de beğenmedim diyemem. Büyük şeyler bazı duyguları nasıl tahrip ediyor değil mi? (Bu konuda Napolyon hayranlık veren bir örnek sayılır. Çünkü her şeye rağmen gene de sevdiklerini unutmuyor.) Ama gene de duygular biraz tahrip olmuş. Biliyor musun bu konuda da özel bir yerimiz var. Tahrip olmadı tersine gelişti duygularımız. Nedir bu tahrip olmamak? Bu her şeyin ortasında, içinde kısa bir an için bile olsa bir kadın ve erkekten fazla bir şey olmayı bilebilmek demektir. Gerçek bir sevginin, bağlılığın önemli bir ölçütüdür bu. Örneğin Louisa onu gerçekten sevmez; onu değil onun elindeki gücü sever. Görünüşte nasıl olursa olsun gerçek bir sevgi değildir bu. Çünkü yeri seversin, gücü seversin; insanı değil. Ve bu sevgi de yer ve güç ile sınırlıdır o zaman. Hatırlar mısın sık sık ‘dümen’den bahseden vatandaş da sana buna benzer bir şey söylemişti; onu değil de gücünü sevmiş olabilirsin gibilerden. Tabii nereden bilecek anlayacak. İlk beraberlikten kopmamın en büyük nedenlerinden birisi budur. Bunu sezdim ve hatta yaşadım. Neyse, filmin öncesini seyretmediğim için Josephin’i anlayamadım. Ama Louise için geçerli olan daha az ölçüde olmakla birlikte onun için de geçerli gibi geldi bana. Ve bir ara bir kadın geldi ekrana; çok kısa konuştular. Büyük bir yakınlık duydum bu kadına. Neden bilmiyorum görür görmez sözleri ve davranışı seni aklıma getirdi. Konuşmalarının sonunda anladım ki senin mektubunda yazdığın Polonyalı. Kısacık bir konuşmada bile aralarındaki duygunun sağlamlığı, yüceliği anlaşılıyor. Seyretmedim ama büyük bir destek olduğunu tahmin ederim. Bu manevi destek çok önemli; ben de bunu çok aradım hayatımda ama çok yalnız kaldım. Büyük olayların ortasında büyük yalnızlık kadar insanı yıpratan şey yoktur. Ben her konuda kendime güvenemem ama manevi yönden sağlam olunca zaman içinde dünyada beceremeyeceğim iş olmadığına kesin inanırım. Ama yeteneklere güven yetmiyor her zaman. Sevgili eşim, benim için neyi ifade ettiğini biliyorsun değil mi. Seni çok seviyorum.