Mektup - 01


      Sevgili Belma,
      Yazmak insanı ferahlatır, onun için sana uzun yazacağım. Böyle durumlarda (geçmişte de değişik biçimde bir kere başıma gelmişti) ben uzun uzun yazarım. Bu bakımdan yazdıklarımın kısalığından şikâyetçi olmayacaksın.
      Önce buradaki hayattan bahsedeyim. 60 civarındayız. İki katlı bir koğuş. Üst taraf yatakhane, alt taraf salon ve yemekhane. Ayrıca geniş bir de avlu var. Herkesin yatağı var, o konuda rahatız. Yemekleri genellikle kendimiz yapıyoruz. Buzdolabı ve televizyon da var. Her çeşit kitap mevcut. Dışardan gardiyanlara sayım yaptırtmıyoruz, biz kendimiz veriyoruz. Siyasi koğuşun itibarı oldukça yüksek. Tabii bu yıllarca yapılan mücadele sonucu elde edilmiş. Saçlarımızı bile kestirtmedik. İki saatten fazla ziyaretçilerle görüşme olanağımız var. Sonuç olarak rahatımız yerinde. Sizlerin aynı durumda olmadığınızı biliyorum. Bu konuda yapabileceğimiz ne varsa söyleyin. Gerçi rahatımız iyi ama bunun da dezavantajları var. Hayatı, o hayatın insanlarını gözlemek olanağı yok (sizin için bu mevcut). Burada herkes devrimci. Birkaç komün var. En kalabalığı Devrimci Gençlik (30 civarında). Sonra biz geliyoruz (10 kişi). İki İDÖD’lü ile beraberiz (İ. Yırık ve Kirkor (1)). Birkaç Proleter’ci, bir TKP’li ve diğerleri var. Her komün kendi içine kapanık. Arada ideolojik tartışma yok (çünkü hadise çıkıyormuş). Herkes kendi içinde çalışma yapıyor. Yani buradaki durumun dışarıdan farkı yok. Arada bir faşistler camiye giderken önümüzden geçiyor ve slogan atıyorlar. O zaman biz de sopaları da çıkarıp karşılık veriyoruz. Başkaca bir hareket yok. Devrimcilerin arasındayız, rahatız, okuyabiliyoruz. Herşey dışarıdaki gibi. O zaman o birşeyin eksikliği, dışarıda olmamak, mücadeleden uzak kalmanın eksikliği insana daha fazla dokunuyor.
      Sabah sporlarına şimdilik çıkmıyorum çünkü çok zayıf düşmüşüm. Sadece bol bol avluyu arşınlıyorum. Ama siz öyle yapmayın. Özellikle mümkün olduğu kadar güneş görmeye çalışın.
      Buraya geleli neredeyse bir hafta oluyor. Bu süre içinde hemen tamamen kendi içime kapandım. Kimseyle konuşmayan, başı önde ağzında sigara saatlerce dolaşan bir tip. Gazetelerde çıkan resimler de buna eklenince epeyce ilgi çektim. TKP’lisi pasta getirir, Dev-Genç’lisi sigara verir vb. Tabii benim bu kendim içerde aklım dışarda halim diğer arkadaşların da biraz moralini bozdu. Şimdi dedikleri kadarıyla yarı yarıya içeriye girdim.
      Gündüz zaman çabuk geçiyor. Temizliğe büyük önem veriliyor (tam senin yerin yani). Ancak geceleri fena oluyorum. Avlunun yüksek duvarının biraz ilerisinden yol geçiyor. Gecenin sessizliği içinde yoldan geçen arabaların sesini, tek tük atılan silah seslerini duyuyorum. Kısa bir süre önce içinde olduğum, koştuğum, didindiğim şehirin gürültüsünü dinliyorum. Hemen yanıbaşımda ancak beraber değiliz. İçime korkunç bir hırs doluyor ama şu anda birşey yapamayacağımı da biliyorum. Bazan gözlerim doluyor. Sonra rüyalar; seni ve daha pekçok kişiyi gördüğüm rüyalar. Galiba bu hep böyle sürecek.
      Bir hafta içinde ana konular dışında pek düşünmedim. Şehir Gerillası’nı tekrar okudum. Başta bu konuda (İstanbul tecrübesini de içeren) yazı yazacağım. Onun dışında başta program ve tüzük olmak üzere birkaç konuda daha yazı hazırlamayı düşünüyorum. Dışarısı için yazı yazmanın nasıl bir problem olduğunu bilirim. Diğer yandan en kısa sürede GK’nın (2) toplanmasını isteyeceğim. Benim yokluğum bölgelerin özerkliğine neden olmasın. Arzu’ya söyle haftaya Çavuş (3) gelirse mutlaka beni de görsün.
      Bana gelince; kendi hakkımda fazla düşünmedim. Yalnız dışarıda da söylediğim gibi “bakma dışarıdan göründüğüme, aslında harabeden farkım yok”. İçimde tarifi olanaksız büyük acılar var. Ölümler, ayrılıklar, yetersizlikler, ağır yükler, başarısızlıklar. İçimde çok şey yıkılmış, yeniden kurulmaları da zaman alacak. Sadece iki şey var canlı olan: Birincisi, hayatımın en güzel yıllarını, tüm enerjimi, herşeyimi verdiğim mücadeleye olan inancımdır. İkincisi ise bu harabelerin arasından doğan genç bir fidandır. Bu yıkıntılar içinde biraz solgun ve ürkek ama asla ölmeyecek kadar kuvvetli bir fidan. Bu fidan sana olan sevgimdir. Hayrettir, bunca yıkıntı ve acının arasında; mücadelenin ateşinin yakıp kavurduğu benim çoraklaşan yüreğimde birşey yeşerebiliyor. Demek ki hiçbir zaman kurumayacak ve ölmeyecek.
      Aramızdaki ilişkiye gelince, ben anlaşılmasından hiç çekinmiyorum. Burada aslında arşivde durması gereken bir gazeteyi (senin resmin olan Hürriyet’i) yürütmeye kalkınca uyanık olan herkes anlamıştır herhalde. Geçen Çarşamba kardeşim, teyzem, kayınpeder ve İlkin (4) geldi. Biraz konuştuktan sonra ilk sordukları konu da Hürriyet’in yayını. Gazetenin hangi maksatla bunu çıkardığını açıkladıktan sonra gerçeği de söyledim. İlkin epeyce bozuldu. Beni çaresiz ve ona sığınacak bir durumda bulacağını sanıyordu anlaşılan. Neyse, ben hangi durumda olursa olsun kimseyi aldatmayı sevmem. Gerçek her türlü boş hayalden daha iyidir. Haftaya çocuğu da görebileceğimi sanıyorum. Kardeşim ilişkimizi normal karşıladı, aynı mücadele içindeki insanlar, olağandır dedi.
      Hilal’in seni eleştirdiği konuya gelince. Sizlerle ilk kez konuştuğumuz geceye kadar çok fena idim. Özellikle takibin ne zamandan başladığını öğrendikten sonra ferahladım. Bunun dışında 7-14 saat süren sorgulardan sonra insan dünyada baskıdan, sorgudan başka şeyler olduğunu da hissetmek istiyor. Onun için arkadaşları ve seni görmek, konuşmak istiyordum. Kimseyi de eleştiremem, herkes elinden geleni yaptı. Sen en iyimizdin. Bunu sadece ben değil herkes söylüyor.
      Tabii, bizim (özellikle benim için) dışarıda çeşitli spekülasyonlar çıkmış. Artık normal karşılayacağız. İçerde hatalarım olduysa (ki olduğu kanısındayım) bunun değerlendirilmesi tüm yoldaşlara aittir.
      İstanbul konusuna gelince; şu anda kafamda somutlaşan bir plan yok. Şimdilik gelen herkese moral vermekle meşgulüm. Çarşamba Sirkeci geldi. Onunla çok kişiye haber yolladım (senin karşıdaki yeni nişanlanan da dahil). Bir kişiyi daha çağırttım, haftaya kadar daha etraflıca düşünebilirim. Cemil ve doktora da haber gitti. Emmi ortalıktan toz olmuş, aslında gereksiz. İfademde onun için sempatizan dedim, yalnız polis onun evinden birşey taşıdığımı çakmış ama ifademde yok ve kanıtlayamazlar. Benim konuştuğumu sanıyormuş, bazı hatalar yaptığımı ben de biliyorum ama bu konuşup herşeyi söyledi meselesi insana çok ağır geliyor.
      Buraya arada bir Yeşilköy baskınını yapan iki Filistinli geliyor. Konuşuyoruz. Birisi beni bir arkadaşına benzettiğinden çok seviyor. Klaşin mermisinin yakından çelik yeleği deldiğini öğrendim. Gel de yanma Belma. Bu heriflerin tek güvencesi bu yelek. Evde bastırılıp sonra bunları önüne katıp Gayrettepe’ye kadar kovalamak vardı, ama olmadı işte. Eylemimiz tam bir sıçrama yapacağı sırada darbe yemek kötü oldu. Oldukça tecrübe kazanmıştık, artık daha cüretkar eylemlere girebilirdik. Neyse şimdilik buraya kadarmış. Şunu da belirteyim; buradan işe yaramaz bir insan olarak çıkacağımı artık düşünmüyorum. Marigella 57 yaşında şehir gerilla savaşına başlamış, ben daha 27 yaşındayım. Yakalanalı daha iki hafta oldu ama silahı ve İstanbul sokaklarını özledim.
      Bilirsin abdala malum olur derler. O gün içimde bir huzursuzluk vardı. Eve erken gelip seni görmek istedim, akşam Müslüm’e gitmek istemiyordum. Birşeyler olacağı içime doğdu sanki. Şimdi de nasıl olacak bilmiyorum ama burada zannettiğim kadar uzun kalmayacağımı hissediyorum. İnşallah doğru çıkar. İçimde gittikçe büyüyen bir duygu var: Bu kadar çok ve iyi insanın başında bulunmaya kendimi layık görmüyorum. Dışarıda üzerinde çok düşündüğüm ancak sana açmadığım birşey vardı: Sonbahara kadar tüm enerjimi kullanarak elimden gelen herşeyi yapmak ve sonra da yeterince başarılı olamadığımı belirterek sorumluluktan çekilmek. Herhangi bir militan gibi bana nerede ve nasıl bir görev verilirse oraya gitmek. Bugünkü şartlarda bunun olabileceğini sanmıyorum ama imkân olsa idi gerçekten isterdim. Ben sizler gibi her aşamadan geçerek, onu tam anlamıyla olmasa bile özümleyerek, adım adım gelişerek bugünkü duruma gelmedim. Bunun yetersizliğini, eksikliğini her zaman içimde duydum. Yaptığım hataların çoğunun baş nedeni de budur; benim durumumdaki bir insanın bazı hataları yapmaması gerekirdi, ancak ben buraya normal bir süreci izleyerek gelmedim ki. 1971 öncesinde de durum böyleydi. Daha devrimci olalı bir sene olmuş iken sıkıyönetim altında en önemli irtibat görevlerini yaptım. Aslında ne tecrübem ne de ideolojik seviyem vardı. Tek özelliğim üzerime düşeni yapmak için elinden geleni yerine getirmekti. Belki sana garip gelecek ama fazla sorumluluğu olmayan, elinde silahıyla heryere ve herşeye koşmaya hazır bir militan olmayı gerçekten isterdim. Sürekli önde olmak bende bu kötü eğilimleri de geliştirdi (anladığım kadarıyla bende biraz bireycilik var). Bu konularda sen de düşüncelerini yazarsan memnun olurum. Şimdilik bu kadar.
      Not: Kazağım var ama gene de örebilirsin, hiç ayıp olmaz.
E.

      Not: Biraz önce Cemil geldi ve iki arkadaşla görüştü. Dışarıda hakkımızda (özellikle benim hakkımda) epeyce spekülasyon varmış. Önce çatışmadan o kadar malzeme teslim edildi meselesi. Bu konuda başkalarını ikna etmeye herhalde olanak yok. İkincisi de benim konuşup herşeyi söylediğim yolunda. Bunu çıkaran da Müslüm’ün evinde yakalanan ve hiç tanımadığım Orman Fakültesi’nde olan bir adam. Tabii bir sürü insan da mal bulmuş gibi buna sarılıyor. Muhakkak polis de bunu körükleyecektir. Önceden de belirttiğim gibi benden çok şey öğrenilmek istendi. Onları vermemek için polisin bildiği şeyleri etraflıca anlattım. Bunu yapmasaydım diğer arkadaşlara da çok fazla yükleneceklerdi. Neyin ortaya çıkıp neyin çıkmayacağı o durumda bilinemezdi fikrindeyim. İstanbul’da bölge çalışmaları ve diğer bölgelerdeki çalışmanın kapsamı konusunda ele geçirecekleri en ufak bir ipucu belki de çok şeyi sökerdi. Bu ipucunu bende bulmaya çalıştılar ve bulamadılar. Önceden de belirttiğim gibi yaptığımın ne ölçüde doğru olduğu her zaman yargılanabilir.
      Ancak bir konuda kararımı verdim: Devrimci bir örgütte hakkında bu tür laflar çıkan birisi (bunlar yanlış bile olsa) sorumlulukta kalamaz. Bu nedenle örgüt içindeki tüm görev ve sorumluluklarımdan çekileceğim ve bunu da ilk fırsatta GK’ya bildireceğim. Bu kesinlikle bir kaçış değildir. Buraya yeni birisi gönderilinceye veya atanıncaya kadar üzerime düşen herşeyi yapacağım. Hareketin sıradan bir militanı olmayı her zaman isterdim ama böyle olacağını da hiç düşünmemiştim. Bilmem sizler bu durumumu nasıl değerlendirirsiniz. Anlaşılıyor ki gerçekten de gerektiğinden fazla yaşadım. Yaşamak bu kadar şeyi görmeye, işitmeye, katlanmaya değmez; ama madem yaşadım devam edeceğiz.
      Sana ve tüm yoldaşlara en derin sevgilerimi iletirim (tabii kabul ederseniz).
E. 


DİPNOTLAR

1. Kirkor Aluç: MLSPB (Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği) adlı örgüttendi. Filistin’de eğitim gördükten sonra İstanbul’a gelmiş. Berec işçilerinin grevine destek olmak için parkalı postallı olarak grev yerine gitmiş. Polis yakalamak isteyince kaçmış ve kovalamaca sırasında peşinden gelen birkaç polisi vurmuş. Bir duvarı aşmak isterken bacağından yaralanmış ve yakalanmış. Polis arabasında bir şarjör mermiyi bacağına boşaltmışlar. Daha sonra kangren olan bacağı kesilmiş, takma bacak takılmış. Hapishane avlusunda gün boyu takma bacağıyla yürüme talimi yapardı. Kendi anlattığına göre Ermeni bir kadın ziyaretine gelmiş ve polisle çatışmasının Ermenilerin yaşadığı katliamla ilişkisi olup olmadığını sormuş. Soruya sinirlenmiş ve “yok” demiş. 
2. Genel Komite. THKP-C kökenli örgütlerde en üst yönetici organdır. 
3. Arzu’nun nişanlısının takma adı. 
4. İlk eşimdi, fiilen ayrıydık ama resmen ayrılmayı kabul etmiyordu.