Mektup - 12

                                                                                      14 Ekim 1977
Sevgili Belma,
1 ve 3 Ekim tarihli mektuplarını dün aldım. Benim mektuplarım sana 3-4 günde varıyor, seninkiler ise 10-12 günde geliyor. Onun için tam anlamıyla biribirinin cevabı olamıyor mektuplar. Böyle idare edeceğiz artık. Resimlerinizi aldım. İstanbul’da bende olan resmin de üzerimden gittiğinden bayağı iyi oldu. Yalnız (belki bana öyle geldi) hepinizin rengi çok beyaz. Biraz güneş görün, D vitamini filan alın.
Benim iyi olup olmadığın konusunda kafana hiç bir şüphe gelmesin. Moralman gayet iyiyim, fiziki olarak da kendimi topladım. Hem de içinde bulunduğumuz şartlar hiç de elverişli olmadığı halde. Üç gün Eskişehir’de kaldık. Isparta’ya geldikten 20 gün sonra koğuşa çıktık (koğuşa çıktığımız tarih senin doğum günündü). Hayat tecrübemiz de epeyce arttı sayılır. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra nazizmin çeşitli uygulamalarıyla karşılaştık. Gayrettepe’de kaldığımız o rahat yeri biliyorsun; davranışların da oradakinden çok farklı olmadığını belirteyim. İşte bunlara rağmen, her geçen gün düzeldim, daha iyi oldum. Zaman bütün zorluğuna rağmen çok çabuk geçti. Bunun nedeni en basit bir şeyi yapmanın bile mesele olması (yemek yemek, gazete okumak, mektup yazmak, vb.) Ama Belma, hayatta insanın başını her zaman dik tutabilmesi, hem de nice başlar eğilirken dik tutabilmesi; işte bu yok mu insanı her zaman ayakta tutuyor. Şartlar kötüleşiyor sen daha iyi oluyorsun. Sözün kısası ilk mektuplarımda bahsettiğim iyilik hiç de görece bir rahatlıktan, durumumun istikrar kazanmasından gelmiyordu. İyiydim ve gün geçtikçe daha da iyi oluyordum. Onun için öyle yazdım.
Akrabaların moralinde düşme olmasını normal karşıladım, kaldı ki şimdi bu daha da artmıştır. Ne yapalım, onlara destek olacağız elbet. Önceden de yazdığım gibi; öğrenmeye mecbur kalmak en iyi öğrenme yoludur ama aynı zamanda da en acılı yoldur. Dediğim gibi acele etmemek gerek, tecrübelerden faydalanmak gerek. Bu yapıldı mı herşey hallolur.
Orhan abim (30) ve çevresinin dedikodularına gelince: Bu iş uzadı artık, halletmek gerek. Böyle insanlarla akrabalık filan olamaz artık. Gerçekten onlar için yapılabilecek herşey yapıldı ve verdiğim emeğe, harcadığımız vakite de acıyorum. Diğer akrabalar daha iyi bilir ama bana kalırsa bunlarla görüşmemek lazım artık (tabii herkesin ağzının payı verildikten sonra). Bizim hayatımız herkesin komplekslerini tatmin edeceği bir yer değildir. Bunlar için artık katı olmak lazım. İnsanın az ama güvenilir akrabası olsun daha iyi. Nedir bunlardan çektiğimiz be! Şu ortamda sorumluluklarını bileceklerine leş kargasından farkı olmayan davranışlara giriyorlar. Bu işe bir yeter demek lazım artık. Ben bunların ne mal olduğu konusunda, otele gittiğimizde yaptıkları rezaletler konusunda Mevlut abiye de yazmıştım. Ne de olsa akrabadır diye yumuşak mı davranıyor. Artık olmaz böyle şey. Bize kelle değil adam lazım. Güvenilmez olduktan sonra akraba olmuş kaç para eder. Böyle düşünmek zorundayız. Akrabalardan biri de gelsin artık ziyaretime.
Kişinin kendisini denetlemesi konusunda, önceden de yazdığım gibi bunun aşırısı insanı kendine yabancılaştırır. Üstelik enerjisini de boşu boşuna harcar insan en doğal isteklerini, duygularını bastırmak için. Tabii bunun alternatifi de denetimsizlik değil; ölçülü, normal bir denetim. Ve insan o zaman daha rahat ve mutlu oluyor.
Sana Jack London’un kitabını anlattığım geceyi hatırladım elbet; çok güzel bir geceydi. Zaten o 2,5 ayı da bu kadar güzel yapan şey her anının dolu olması değil mi. İnsan o kadar işin arasında beraber olmak fırsatını bulunca bu beraberliğin değerini daha iyi anlıyor tabii. Seni unutmadığımı da içimden öyle geldiği için yazıyorum; yoksa senin aksini düşündüğünü sandığım için değil. Zaten resmini görünce bütün duygularım büsbütün alevlendi. No’lucak şimdi.
Avukat 25’inden sonra gelecek. Onunla biraz kitap gönderin (roman da olsa olur). Doğum günümü bu kadar kısa geçiştirme daha yaz diyorsun. Anana ve babana seni dünyaya getirdikleri için ne kadar teşekkür etsem az. Daha ne diyeyim. Aslında mektuplarındaki ifade beni şaşırttı biraz. Dışarıdaki kötümserliğinin süreceğini sanıyordum ama öyle olmadı. Aferin sana. Benim hayata olan güvenim sana da geçmiş demek. Ortada güvenilecek birşey olmasa bile (ki hiç de öyle değil) sadece hayata güvenmek bile çok şey verir insana.
Bütün tanıdıklara selamlar. İstemiyorsun diye bu seferlik birşey yazmıyorum mektubun sonuna. Bana ördüğün kazak ne oldu?
Not: Hep soracağım unutuyorum, İsmet (31) abi nasıl? 


        DİPNOTLAR
30. Sürekli sorun çıkaran bir arkadaşın takma adı.
31. Belma ile birlikte yakalanan İmam Kılıç. İlk kez mahkemeye çıkarıldığımızda yaşanan karambol sonucu tutuklanmamıştı.




Mektup - 11

                                                                                      13 Ekim 1977
Sevgili Belma,
Buraya geldikten 20 gün sonra koğuşa çıktık. Hepimiz aynı yerdeyiz şimdi. Pazartesi günü İstanbul Barosu’ndan bir avukat geldi ve durumumuzla ilgilendi. Bugün de Cevat Ercişli geldi. Epeyce konuştuk. Dosyayı da nihayet alabildik. Büyük ihtimalle ilk mahkemede (25 Ekim) görüşemeyeceğiz seninle. Üzgünüm ama ne yapalım (avukat detayını anlatır). Ancak tahliye olabilecekler gelecek, neyse onlarla haber filan gönderirim. Davaya gelince iş bayağı karışık. Buradakilerden tahminim İbo için birşey tutturulamayacak. Sizler de çıkarsınız ancak geriye kalanlar (tabir yerindeyse) papazı bulduk. Cevat’a vekalet verdik (ben de dahil). Ancak kendisine Orhan Apaydın durumunu da belirttim. Mustafa Kul’a benim davamla uğraşmamasını söyleyeceğim. İstersen benimle aynı avukatları tutabilirsin.
Burada 21 kişiyiz. Sağmalcılar’dan beri oldukça zorlu günler geçirmemiz bizi birbirimize daha da yakınlaştırdı. Biraz daha iyiyiz şimdi.
İlkin konusuna gelince: Öyle düşünmeni normal karşıladım (bu da duygularındaki büyük bir ilerlemeyi gösterir). Onunla İstanbul’da iken açıkça konuşmuştum: Avukat hepimizin davasını alacak, birşeyler yapmak istiyorsan, hepimiz için yap. Özel olarak benim için hiçbir şey yapmanı istemiyorum dedim. O da hepimiz için birşeyler yapmak istediğini belirtmişti. Benden umudu kalmadı artık. Hem ne zaman çıkacağım belli değil hem de kendisiyle ilgili olarak çok açık konuştum. Zaten gelen mektubunda mahkeme konusunu da anlatıyordu. Onun için ne benim için için onu kullanma ne de onun için umut var.
Hilal’in kocasıyla ilgili meselede kafam karışık halâ, fakat çok üzüldüm. Akrabalarımıza da ona da o kadar şey anlattık. Boşa mı gitti nedir. Akrabalardan birisi mutlaka ziyaretime gelsin. Burada herkesten ve herşeyden uzakta olmak kötü oluyor. Aslında moralim son derece iyi. Bu biraz da zor günlerde oldukça iyi davranmaktan geliyor (itibarımız da bayağı iyi oldu). Gerçi burası uzak ama gene de akrabalardan birisi gelebilirse iyi olacak.
Bazı insanlar bana hayret ediyorlar. Herhalde nasıl iyi olduğuma şaşıyorlar. Bu adamın hayatı artık bitmiş sayılır diye düşünüyorlar. Ancak ben asla bu düşüncelere kaptırmadım kendimi. İçimdeki yaşamak azmi, içimdeki umut hiç bitmedi. Yalnızlığa da (kolay olmadı ama) oldukça alıştım. Benim hayatım başlangıcından beri yalnızlık içinde geçti, belki de ondan. İnsan, ne kadar aleyhine olursa olsun her durumda lehine olan unsurları bulup onları kullanabilen, onlardan faydalanabilen kişidir. İnsan her şart altında kendini geliştirebilmelidir. O zaman umudunu kaybetmemeye hakkı olur insanın. Şuna da inanıyorum ki belki uzak belki yakın seninle bir gün yine beraber olacağız. Kendini geliştirme konusundaki tespitine katılıyorum; gerçekten de teferruata daha az dikkat etmen gerek.
Bugüne kadar sadece bir tek mektubunu alabildim. Mektupların fazla gecikti ama herhalde birikip de gelecek. Gönderdiğin parayı da aldım.
Ben düzenli spor yaptığım ve çok yemek yediğim halde şişmanlamam durdu. Anlaşılan ne yaparsam yapayım bu yapım değişmeyecek (oturaklı birisi olamayacağız vesselam).
En kısa sürede tekrar yazacağım. Bütün arkadaşlara ve kayınbiradere selamlar. Seni hiç unutmuyorum. 





Mektup - 10

                                                                                      10 Ekim 1977
Sevgili Belma,
Cuma akşamı gazetede teyzenin oğlu Hakkı’nın avukat arkadaşıyla birlikte Ankara yakınlarında trafik kazası geçirdiğini okudum. Bütün gazeteler yazmadı, erken haberin olsun diye telgraf çekecektim ama imkân bulumadım. Sinirimden bütün gece uyuyamadım. Laubaliliğin bu kadarı da olmaz yahu. Kaç defa onu rastgele iş yapmaması, dikkatli araba kullanması için uyardım biliyorsun; ancak işe yaramamış. İnsan telaşe memuru gibi ne yaptığını bilmeden oradan oraya koşturursa olacağı budur. Gerçi kazada ölüm yok ama gazeteden anladığım kadarıyla birkaç sıyrık filanla atlatılan hafif bir kaza da değil. Boşu boşuna iş işte. İstanbul’a zaten bir türlü alışamamıştı, kalktı Ankara’ya gitti orada da başına kaza geldi. Arabayı hangisi kullanıyordu acaba? (29)
Şimdi İstanbul’daki akrabaların da morali bozulacaktır biraz. Nazar mı değdi nedir, herşey böyle üstüste geliyor diyecekler. Zaten böyledir, bizim ailenin başına bir şey geldi mi hep üstüste gelir. Teyzen, dayın, amcan hepsine söyle, kendilerine biraz çekidüzen versinler, dikkat etsinler. Bilirsin bizim aile biraz tezcanlıdır. İyi özellik ama her zaman değil. Artık şuna kesin inancım var: Bugünlerde Allah’ın bütün dikkati üzerimizde. Yoksa sadece aptallık ve sakarlıktan bu kadar şey olmaz. Böyle zamanlarda hırsa kapılıp hayattan herşeyi birden istememek lazım. İnsanın sabırla, yavaş da olsa işiyle uğraşması lazım. Bu kötü günler de elbet geçer. Herşeyden önce ne olursa olsun sakin olmak gerek.
Neyse, kanıksamadık ama moralimizi bozmak da gereksiz. İnsanın çok akrabası olması da ayrı bir dert. Hepsiyle uğraşmak lazım. O kadar uğraşıp aralarında bir düzen kurabilmiştik. Artık herkes derdini doğrudan gelip bize açmıyordu, mesela amcanın oğlu amcana söylüyor. Biz ondan öğrenip derdini halletmeye çalışıyorduk. Bu düzenin hiç bozulmaması lazım. Yoksa eskiden olduğu gibi herkes derdini bir-iki kişiye dökmeye kalkarsa işin içinden çıkılmaz. Yalnız bazı akrabalar bu düzenin pek farkında değil galiba. Herşeyi düzensiz ve karmakarışık sanıyorlar. Onlara doğrusunu anlatmak gerek. Dert dinlemenin bile bir düzeni var bu dünyada. Bir ailede büyüklerin otoritesinin hiç kaybolmaması gerekir.
Aslında İstanbul’daki akrabalarla aramız daha iyi olabilirdi. Ama benim askere giden birkaç kişinin her sorunuyla uğraşmak zorunda kalmam, mali sorunlar, fazladan İstanbul dışındakilerin de bazı dertleriyle uğraşmak beni çok yordu ve yıprattı. Ama uğraşabilsek bile gene de herşey mükemmel olmazdı. Biz ne kadar gayret göstersek gene de insanı yetiştirecek olan hayattır. Öğrenmenin en iyi (ve en acılı) yolu da öğrenmeye mecbur kalmaktır.
Sonuç olarak, üzülmemeye çalış. Moralini bozma. Bütün akrabalara selamlarımı ilet. Kendilerine gerçekten dikkat ederlerse bir daha böyle şeyler olmaz. Ben olan herşeye rağmen gene de iyiyim. Ama hayattan tecrübe kazanmayı da unutmamak gerek (aslında ben biraz da teyzenin oğluna kızıyorum; ona kızmamak gerek ama bugünlerde herkese kızıyorum galiba).
Bugün de senin doğum günün, kutlayacak hal mi kaldı deme sakın. Ne yapalım aldırma gönül aldırma diyeceğiz. İnsan hayatında yaptıklarının doğruluğuna inansın yeter ki, gerekirse baştan bile başlar. Ama bu kadar kötümserliğe de hiç gerek yok. Yeter ki hayattan öğrenelim ama bazı insanlara bunu anlatmak o kadar zor ki. Dedim ya herşeye rağmen gene de iyiyim. Sen de iyi ol. Bütün akrabalara selamlar.
Seni hiç unutmuyorum.
Not: Mevlut abiye söyle biraz dinlensin. Çok çalıştı ve yoruldu. Bu kazalar da hep yorgunluk ve dikkatsizlikten oluyor. 

           
        DİPNOTLAR
29. Ankara’da bir soygun teşebbüsü sırasında yakalanmadan söz ediliyor. Gazetelerde okumuştuk. 




Mektup - 09


                                                                                         7 Ekim 1977

Sevgili Belma,
Mektup kağıdım tükendiğinden bu seferlik defter kâğıdına yazıyorum. Geçenlerde Levent’in avukatı gelmişti. Cevat Erişli bana bir mektup ve bazı dökümanlar yollamış ancak sadece mektubu alabildim. Bir de Levent ile konuştuklarında, diğerlerini bilmem ama Engin’e kesin 146 uygulanır demiş (1. madde tabii). Bu aynı zamanda Cevat’ın da fikri anlaşılan. Ne uygulanırsa uygulansın umurumda değil ama bir nokta var: Benim avukat geldiğinde onunla konuştum ve daha iddianameyi okumadan (ki doğru dürüst halen okumuş değilim) benimle ilgili olarak mevcut en açık noktayı söyledim. Adam da bu çok yerinde bir tespit dedi. Kaldı ki ben savcılık ifademi de tespit ettiğim o noktaya göre verdim. Bu durumda benimle aynı maddeden yargılanan diğerleri arasında büyük bir fark kalmıyor. Henüz kesin karar vermedim ama Orhan Apaydın’ın dışında başka bir avukat daha tutmaya kendim için gerek görmüyorum.
İddianame’de en açık nokta şu: Eğer ben gerçekten belirtilen konumda bir insan isem buraya gelişimin bir tarihçesi olması gerekir ki ortada tutarlı bir tarihçe yok.
Dün gelen mektubunu defalarca okudum. Canım sıkıldıkça onu okuyorum. Sana mümkün olduğunca sık yazmaya çalışacağım. Yalnız sen de kendini yalnızlığa filan kaptırma. Ben olmasam bile yalnız değilsin, kaldı ki ben de varım.
Akrabalar (28) nasıl? Ziyaretine geliyorlardır sanırım. Mali durumları da düzeldiğine göre biraz rahatlamışlardır. Geçen mektuplarda ayın 6-7’sinden sonra gelsinler diye yazmıştım ama şu durumda boşuna olacak. Buradan ne zaman çıkacağımız belli değil. Ailemle bile görüşemiyorum, bu nedenle benden haber almadan gelmesinler. Görüşemeden geri dönerler.
Burada zamanın hiç değeri yok, su gibi akıp gidiyor. Neredeyse iki ay olacak. Dışarıda iken iki ay oldukça uzun bir zamandı ama burada neredeyse hiç birşey.
Mektubunda olan biten herşeye rağmen moral bozukluğuna gerek yok diyorsun. Bu yönden iyi olduğuna çok sevindim. İnsan herşeyden önce hayata güvenmeli. Kendisi gibi insanların varlığına, onlar olmasa bile mutlaka bir gün yetişeceklerine güvenmeli. Tabii bu güvenin somutlaşması da çok önemlidir. Bu konuda hiç de ümitsiz olmadığımı önceden yazmıştım sana. Başarılı olmanın birinci şartı kitaplardan öğrenilen bilgi değildir. Tecrübe ve içinde bulunduğun durumu iyi anlamak ve ona göre ne yapacağına karar vermektir. Bir insan neyi niçin yaptığını biliyor ve hedefsiz, rastgele ilerlemiyorsa hata bile yapsa o kapatılabilir. Bugün en çok dikkat edilmesi gereken hiçbir şeyin (ister başarı olsun, ister başarısızlık) gözlerimizi kör etmesine izin vermemektir. İnsan başlangıçta şaşkın ördek gibi de olsa hızlı gidebilir ama sonradan acısını çok çeker. Buradan sakın herşeye karşı şüphe duyalım, kılı kırk yaralım gibi bir sonuç çıkarma. Bu insanı ürkekliğe götürür. Ancak şunu da hiç unutmamak gerek: İnsanın hayatındaki tüm dönemler aynı değildir. Öyle dönemler vardır ki bir hata normal bir dönemdeki on hataya bedeldir. Biz de öyle bir yerdeyiz işte; ama dediğim gibi asla ürkek de olmamak gerek. Ürkeklik güvensizliği getirir. İnsan da cesaret ve güvenini kaybetti mi geriye birşey kalmaz zaten. Önemli bir nokta da geçmiş hataların değerlendirilmesidir. İnsan hatanın psikolojik etkisi altında geçmişteki doğruları bile yanlış olarak görebilir, bu da tabii insanı bir yere götürmez. Objektif olmak gerek. Hatayı doğru tespit de yetmez, nedenlerini de doğru tespit etmek gerekir.
Burada 17’nci günüm. Hemen herkesin sıhhati bozuldu ama benim henüz iyi. Yalnız sigara tüketimim biraz arttı (beş tane). Birinci’den başka sigara da yok. Beni merak etme. İyiyim. Dedim ya gördüğüm, rastladığım herşey içimdeki umudu güçlendirmekten başka işe yaramadı.
Bu mektubu akşam alırsan eğer bir çay yapın. Bir bardak da benim için iç, ben 17 gündür içemedim çünkü. Kayınbirader nasıl, biraz düzeldi mi? Bizim baldız ne yapıyor, hiç ziyaretine geldi mi?
Bütün arkadaşlara ve bütün ailene selamlar.
Seni hiç unutmuyorum. İyi olun hepiniz. 


        DİPNOTLAR
28. Belma’yı ziyaret eden örgüt üyeleri kastediliyor.



Mektup - 08

  
                                                                                         5 Ekim 1977

Sevgili Belma,
Mektubunu bugün aldım. Yaklaşık 8-10 günde ulaşabiliyor mektuplarımız. Onun için bana yazdığında ancak bir mektubumu alabilmişsin. Yazmamı istiyorsun, sana yağmur gibi mektup yazıyorum desem yeridir. Bu (6. veya 7. mektup, sayısını şaşırdım). Mektubunu alınca çok sevindiğimi söylememe bile gerek yok. Yalnız sen benim mektuplarımı aldığında bir daha atlama üst ranzadan, oldukça sık yazacağım çünkü (zaten yazdım da). Sen de bana yazmayı ihmal etme sakın. Avukatlarla sürekli temas et. Geçen mektuplarımda avukat ve mahkeme konusunu yazmıştım. İlkin’den mektup geldi. Orhan Apaydın yüklü bir para karşılığı davayı alıyor ve sonuç umulandan çok iyi olacaktır demiş. Burada onu tanıyanlara sordum, o adam palavra atmaz diyorlar. Apaydın’ı mutlaka tutmamız gerek. Ben de bu konuda teyzeme de yazdım. Nakil konusuna gelince, biz Cevat vasıtasıyla başvuracağız; siz de oradan uğraşın. Gerekli bilgiyi avukattan alırsın.
Senin yazdıklarını okuyamamış olmama gerçekten üzüldüm. Onları sakla, daha da yaz. Nasıl olsa görüşürüz mahkemede filan. Sana yazacağım. Ama kendini yalnızlığa kaptırma çünkü biz yalnız değiliz. Çok sorunun olduğunu biliyorum ve sen hepsiyle başa çıkabilecek yetenektesin (bilirsin ben bu lafı herkese söylemem, onun için doğruluğuna inan). İhtiyacın olan herşeyi sana elimden geldiğince ulaştırırım. O gün sen beni gördüğünde, (27) ben de senden tarafa belki görürüm seni diye bakmıştım, ama göremedim. Bir an kapıya vurup seninle konuşmak geçti aklımdan ama fırsat bulamadım. O gün için kısaca şunu söyleyebilirim: Hayatımda bir günde bu kadar çok şey görüp öğrendiğimi hatırlamıyorum. 
Dedikodular konusunu anlayamadım. Benim için mi yoksa senin için mi yapılıyor. Eğer benim için ise artık bunlara hiç aldırmadığımı iyi bil. Buradaki 15’inci günüm. Halen Gayrettepe’de kaldığımız o rahat yerlerden birindeyim. Çok düşündüm. Her yerde her zaman elimden geleni yaptığım sonucuna vardım. 19 Ağustos’ta ise o kadar yorgun ve bitkin vaziyette idim ki daha sonra o kadar olaya bu kadarcık hata yaparak nasıl dayanabildiğime şaşırıyorum. Ve bu kadar zaman dinlenmeme rağmen halâ yorgun hissediyorum kendimi. 
Senin için dedikodu yapılıyorsa yine aldırma. Hayatta hataları görmekle herşeyi ideal yönden alıp ona göre hata tespiti yapmak farklıdır. İkincisini genellikle henüz çocukluktan kurtulamamış olanlar yapar. Hele biraz büyüsünler daha iyi anlarlar. Şunu hiç unutma: İnsanın içinde bulunduğu durumu iyi değerlendirmesi her doğru işin başıdır.
Geçen mektuplarda da yazdığım gibi psikolojik olarak çok iyiyim. İçeriye girdiğimden beri, gerek İstanbul’da gerekse Eskişehir’de bazı mahkûmlarla konuştum. Umutsuzluğu, hayattan hiçbir umudu kalmamışları, hayatını bozuk para gibi harcamış insanları gördüm. Tüm bunlar içimdeki umudu güçlendirmekten başka işe yaramadı.
Bana para göndermene gerek yoktu. Paramız var. Şu anda gazeteden başka okuma olanağımız yok.
Kayınbiradere gelince; istersen eğer ona mektup yazabilirim. Benden büyük ama ondan çok fazla şey görüp geçirdim. Düşüncelerim doğrultusunda yaşamak için çok şeyi teptim. Eğer bunu yapmasa idim bugün ben de onun durumunda olurdum. İyi bir insan olduğuna şüphem yok. Ama zordur bizi anlamak; bunu da gözönünde tutmak gerek.
“Tek Boyutlu İnsan”ı istemene sevindim ama çok ağır bir kitaptır. Ama gene de benim hayatımda özel bir yeri vardır o kitabın. Ama Jack london’un “Vahşetin Çağrısı”nı mutlaka oku. Ben orada iken Herzen’in “Kabahat Kimde” romanını okuyordum. Ancak yarısına gelebildim ama çok hoşuma gitmişti.
Bütün arkadaşlara ve kayınbiradere selamlar.
Seni hiç unutmuyorum. İyi ol çok iyi ol. 

        DİPNOTLAR
27. Bayrampaşa’daki isyan günü. MHP’lilerin koğuşunun önüne gitmek için kadınlar koğuşu önünden geçmek gerekiyordu. Belma mektubunda kapı aralığından beni gördüğünden söz ediyordu.




Mektup - 07


                                                                                 4 Ekim 1977
Sevgili Belma,
Geçen Cuma annem babam tekrar geldi. Görüşemedik ama eşya ihtiyacım tamamlandı. Bu arada avukata da vekaletname verdim. İstanbul’dan gelecek avukata kaç kişi vekalet verecek bilmiyorum. Biz her ihtimale karşı her tarafa haber göndermiştik. Epeyce avukat gelecek anlaşılan. Fakat İstanbul’dan geleni Afyon’a göndereceğim. Oradakilerin avukata ihtiyacı vardır mutlaka.
Bugüne kadar senden mektup gelmedi. Belki yazamadın, belki henüz elime geçmedi. Bugün mektuplar dağıldı. Herkese gelmiş bir tek bana yok. Senin eski mektuplarını da atmak zorunda kalmıştım. Onun için bana mutlaka yaz.
Elimde olsaydı sana eskiden yazdığım o çok uzun mektupları yeniden yazmak isterdim. O günkü psikolojide yer yer gereğinden fazla kötümser oldum. İnsan bazı olayların psikolojik etkisinden kurtulup daha sağlıklı düşündüğünde ve her şart altında hayatta yetenekleri ölçüsünde elinden geleni yaptığı sonucuna ulaştığında o kötümserlik kayboluyor. Hatalar, zaaflar var tabii ve onları hiç unutmamak gerek. Ama gevşeklik veya ciddiyetsizlikten değil; şartlardan, yeteneklerin sınırlılığından ve hayat tecrübesinin esikliğinden kaynaklandı hepsi. Bu dünyada herşeyden önce kelimenin gerçek anlamıyla insan olduğumu hissediyorum. Onun için kendime, sana ve beraberliğimize büyük saygım var.
Bugünlerde nedense aklıma hep İstanbul’da yapmayı en sevdiğim şey geliyor: Beşiktaş – Üsküdür vapurunda çay içmek. Bir keresinde seninle içmiştik hatırladın mı? Burada bayağı temizlik meraklısı oldum. Ne yapalım kendimize iyi bakmamız gerekiyor.
Tahmin edebildiğin gibi ben oldukça iyiyim. 2-3 gün sonra koğuşa çıkarız sanırım. Bu Cuma'dan itibaren ziyaretçileri görebilirim. Sizler de iyisinizdir. 
Bütün arkadaşlara ve kayınbiradere selamlar.
Seni hiç unutmuyorum.
Not: Kendine iyi bak, çok dikkat et. 



Mektup - 06

                                                                                               26 Eylül 1977

    Sevgili Belma,
    Bugün annem ve babam geldi, ancak görüştürmediler. Ve daha 10 gün kadar da kimseyle görüşemeyeceğiz. Onun için akrabalara da söyle buraya gelecek olan varsa eğer 6-7 Ekim’den önce gelmesin. Bunun dışında bazı kişilere danışarak bana bir avukat göndermişler. Konuştuk. Yaşlı ve tecrübeli birisi. İddianame’yi almış. Okudu, rezalet. Mahkeme tarihi yakında belli olacakmış. Biz farkında değiliz ama sorguya çıkmışız. Şimdi doğrudan mahkemeye çıkacağız. Dava İstanbul 5. Ağır Ceza’da.
    Bu avukatın adı Mustafa Kul, Çarşıkapı Divan Ali sok. 9/1-3. İstanbul’da senin temasta olduğun avukatları da görmesini söyledim. Hukuki açıdan gerekli olursa görürüm ama tarafsızlığımı kaybetmek istemem dedi. Demokrat bir adama benziyor ama sen gene de öğrenip bana yaz. Bu dava için düzmece sansasyon yapıldığından vs. bahsetti.
    Bunun dışında İstanbul civarında bir cezaevine nakil konusunu görüştük. Bu konuda biz dilekçe yazacağız. Buradan mahkemeye gitmek veya avukatla temas oldukça zor olacak. Siz de uğraşın bunun için. Bu arada bizim ev ne oldu? Bu konuda da ağır davranma Belma. 
    Avukat mahkemeden önce iddianamelerin elimize geçmesini sağlamaya çalışacak ancak sen gene de mutlaka o tutmayı kararlaştırdığımız avukatlardan birisini gönder. Ve lütfen biraz çabuk olun. İstanbul’da üç hafta neredeyse boşuboşuna geçti. Topla kendini biraz, biliyorum zor ama öyle olması gerek. Belki yanılıyorum ama sende biraz ürkeklik doğmuş. Kendini böyle şeylere kaptırma. Yorgunsun, ben de gidince bütün akrabalar sana geliyor tabii. Zor oluyor biliyorum ama ne yapalım katlanacaksın. Herşeyin altında kalkacağına hiç şüphem yok aslında. Yalnız kendini topla. Önceden de söylemiştim, sen hayran olunacak bir kızsın.
    Bizler iyiyiz. Özellikle ben, bu şartlarda bir insanın olabileceğinden daha iyiyim. İçim aydınlık ve umut dolu. Geleceğe korkunç bir güvenim var. İnsanın yetenekleri uzun süre çok zorlanınca iyi olmuyor. İnsanın bazı özellikleri körelebiliyor. Ama zor şartlar altında da olsa durgun bir ortamda tüm o özellikler (hem de daha olgunlaşmış olarak) ortaya çıkıyor. Kendimi yavaş da olsa kuruyorum yeniden. Eskiden daha iyiyim ve çok daha iyi olacağıma da hiç şüphem yok. Ve ne zaman olur bilinmez, beraber olduğumuz ilk fırsatta seni, kendini hapsettiğin o dünyadan çekip çıkartacağım. Açıklık adına, bütünleşme adına bana hiçbir şey söylemedin çünkü. Gerçi ben çok şeyi anladım ama senin söylemendi önemli olan.
    Neyse, İstanbul’da havalar soğumuş. Sakın üşütme. Kendine çok iyi bak. Bütün arkadaşlara ve kayınbiradere selamlar.
    Seni hiç ama hiç unutmuyorum.
    Eski mektuplarımı da oku arada bir.
    Davanın dosya no’su: 5. Ağır Ceza  977/391




Mektup - 05


                                                                                                26 Eylül 1977
    Sevgili Belma,
    Bu ikinci mektubum. İlki herhalde eline geçmiştir. Bildiğin gibi Isparta’dayız. Geçen sefer de belirttiğim gibi dosyaları incelemiş bir avukatla en kısa sürede görüşmem gerek. Bu konuda bana kısa sürede cevap yaz (adresi biliyorsun: Kapalı Cezaevi – Isparta).
    Akrabalar nasıl, herhalde uğruyorlardır. Burası biraz uzak ama bir tanesi gelebilirse iyi olur. (Ziyaret günleri, Pazartesi-Çarşamba-Cuma)
    Gazetelerde IMF’nin önerdiği tedbirleri okuyorsun herhalde. Ve daha bunlar başlangıç. Dediklerimiz nasıl da çıkıyor. Yine tarihsel bir dönem yaşanıyor.
    Birara ameliyat olacağını söylemiştin. İşlerini ayarladıktan sonra ol. Sakın birtakım duygulara kapılıp da önceden yaptığın gibi ihmal etme. Herşeyden önce sağlığın için gerekli bu. 
    Daha elimize geçmedi ama bazı arkadaşlar uğraşıp bizim eşyaları getirmişler. Ne kadarının geldiği önemli değil. Şu dünyada yalnız olmamak kadar güzel bir şey yok.
    Beni sorarsan iyiyim. Moralim de oldukça iyi, hatta orada olduğum zamankinden daha iyi. Yalnız uzun zamandır hareketsiz olmak ister istemez insanda biraz hantallık yapıyor. Buraya geleli bir hafta oldu. Gayrettepe’de kaldığımız şu rahat yerlerden birindeyim. (25)  Belki şaşıracaksın nasıl iyi olduğuma; ancak o kendini yeniden kurmak sürecinde gerçekten iyi adımlar atıyorum. Ve şuna karar verdim: İnsanın kendisini yapamadıklarından çok yaptıklarıyla değerlendirmesi gerek. Çünkü dünyada kimse herşeyi yapamaz. Her konuda üstün başarı sağlayamaz. Hayat pekçok mücadele alanının birleşmesinden oluşur. Birinde üstün başarı göstermek, eğer insan herşeyi orada tüketmişse, diğer alanlar için bir şey kalmamışsa, ne işe yarar? Önemli olan her alanda gücün oranında iyi olabilmektir (yani süreklilik çok önemlidir). Biz, hayatını düşüncelerine kurban eden insanlar için bu çok önemli.
    Bana birisinin nişanlısını, evlenmeyi vs. çok düşündüğünü söylemiştin. Bir noktada bu onun yaşının küçüklüğünden kaynaklanıyor. O isteklerini yaşamak, tatmin etmek istiyor. Aslında tek bir insanın bile zaman zaman (yani kendini kontrol altına alarak) bunları önlemesi gerek. Yalnız bu iki insan olmakta da bütün doğal duyguları çiğneyecek kadar ileri gitmemek gerek. Aksi halde insan kendine yabancılaşmaya başlar. Sende böyle bir durum vardı ama 2,5 ayda oldukça geçti zannederim. İnsan o duyguları her zaman hissetmeli, yeri geldiği zaman doyurmalı. 
    Belki diyeceksin ki; senin için kolay tabii. Yapmadığın şey kalmamış ki. Öyle değil işin aslı. İnsanın onları yaşadığı halde gerektiğinde vazgeçebilmesi de oldukça zordur ama isteyince yapılır.
    Bana yazmayı ihmal etme. Biraz daha vakit var ama doğum günün kutlu olsun (ne kadar aceleciyim değil mi). Bütün arkadaşlara ve kayınbiradere selamlar. Seni hiç unutmuyorum.
    Not: Bizim ev ne oldu? (26)

        DİPNOTLAR
25. Isparta’da isyan cezası olarak üç hafta hücrede kaldık. Bu süre içinde ziyaretçilerle görüştürülmüyorduk.
26. Belma ile birlikte tuttuğumuz ve basılan ev.




Mektup - 04

                                                                                                            
                                                                                               21 Eylül 1977
    Sevgili Belma
    Sana bu mektubu neredeyse Türkiyenin öteki ucundan Isparta’dan yazıyorum. Önce Eskişehir’e geldik. Üç gün kaldık. Sonra yer olmadığı gerekçesiyle buraya gönderildik. Tanıdıklardan Ali, Müslim, İbo, Levent, Nevzat, Mehmet Ali buradalar. Diğerleri Afyon’a gitti. (22)
    Sana bazı işler düşüyor şimdi: Birincisi avukat meselesi. Dosyayı incelemiş bir avukatla acele görüşmem gerek. Bunun dışında mahkeme tarihini ne kadar erken öğrenebilirsem o kadar iyi olur. Ayrıca mahkemenin de buraya haber vermesi gerek. Burası İstanbul’a fazla uzak ve eğer gelemez isek mahkeme sürekli ileriye atılır. Ayrıca hangi avukatın tutulduğunu teyzeme de bildir, onlar da dışarıdan uğraşsınlar. (Teyzemin adresi: Firuzan Çilak – İçerenköy Cad. 21/A No: 9, Bostancı/İST.) Gerek avukat ve gerekse de diğer konularda artık insiyatif sende olacak. Biraz zorlanacaksın belki ama ne yapalım başka çıkar yol yok.
    Duymuşsundur bizim akrabalar İzmir yakınlarında trafik kazası geçirmişler. (23) Geldi mi herşey böyle üstüste geliyor. Neyse, üzüldüm ama ümitsizliğe, moral bozukluğuna kapılmaya hiç gerek yok. Sakın ha! Öyle bir şey yapmayın. Hayat bazan insanları dener.
    Orada iken sana çok yazdım neredeyse söylemek istediğim herşeyi söyledim. Gerçi sen aynı şeyi yapamadın ama sakın üzülme bunun için. Yalnız birşeyi bilmen gerek: İnsan hayatta eline geçen her fırsatı kullanmak, onun vasıtasıyla birşeyler yapmak zorundadır (tabii bu da mümkün olduğu kadar düzenli olmalı, rastgele değil). Çünkü aynı fırsat her zaman ele geçmeyebilir.
    Bana gelince, iyiyim. Belki garip gelecek ama psikolojik olarak orada olduğumdan daha da iyiyim. 28 yaşındayım, bundan sonra belki olmaz ama bugüne kadar geçen zamanda gerçekten bu hayatı yaşadığımı hissediyorum. Önemli olan da bu zaten. Bu arada belirteyim: Her konuda bana tam olarak güvendiğini belirtmen beni fazlasıyla memnun etti. Buna gerçekten ihtiyacım vardı.
    Buranın ziyaret günleri: Pazartesi, Çarşamba, Cuma. Arkadaşlardan gelmek isteyen olursa (ki gelseler iyi olur) onlara söylersin. 
    Bana yaz: Adres – Kapalı Cezaevi  ISPARTA
    Bütün arkadaşların hepinize çok selamı var. Kendinize çok iyi bakın. Kısacası iyi olun. Kayınbiradere (24) selamlar. Seni hiç unutmuyorum.

        DİPNOTLAR
  22. Eylül ayı ortasında Bayrampaşa Cezaevi’nde isyan çıktı. İsyanın nedeni MHP’li tutukluların bulunduğu koğuştan birkaç kişinin kadınlar koğuşuna gidip aralarında Belma’nın da bulunduğu birkaç kadının kendilerine verilmesini istemeleriydi. Bu durum adli mahkûmun kanına dokunduğu için bizden önce onlar isyanı başlattılar. MHP’lilerin bulunduğu koğuşun önünde saatler süren şiddetli çatışma oldu. Sağmalcılar’a dışarıdan yiyecek girdiği için küçük piknik tüpleri vardı. Tüpler yakılıp bizim açtığımız onların kapatmaya çalıştığı koğuş kapısından içeri atılıyordu. Faşistler de camları kırıp ufalamışlar, o küçük cam parçalarını bize atıyorlardı. Bu çatışmada Müslim atılan bir cam parçasıyla gözünden yaralandı. Dışarıdan jandarma sürekli olarak siyasi koğuşun duvarını taradı. İsyan bittikten sonra ertesi gün – biz ezaevinin acemisi olduğumuz için beklemiyorduk – sürgün geldi. Faşistler de sürgün edildiler. Bizim koğuşun bir bölümü Afyon’a (bizden önce hapishanede bulunan Haydar Yılmaz ve Muharrem Kaya bu gruptaydı), kalanı da Eskişehir’e (ben, İbrahim Yalçın, Müslim, Ali Sönmez, Levent ve Nevzat bu gruptaydı) sürüldü. Eskişehir’de üç gün müşahadiye koğuşunda kaldık ve buradan Isparta’ya, ülkenin ilk E tipi cezaevine sürüldük.
23. İzmir’de bir arkadaş elinde bomba patlaması sonucu yaralanır. Gazetede okumuştuk.
24. Belma’nın abisi Selami.



Mektup - 03


Sevgili Belma,
  “Dünya bir çiledir. Ondan bir şey isteyen köpeklerle boğuşmaya hazırlıklı olmalı.” (Hz. Ali). Kim söylerse söylesin doğru laf. Bizim de yakınımızda ve uzağımızda boğuşacağımız çok şey var. Neyse geçen mektuptan devam edelim: Sağlam bir insanın, gerçek bir insanın karakterinin iki yönü olmalıdır. Birincisi; kendine, yeteneklerine, inandığı ve uğrunda mücadele ettiği şeylerin doğruluğuna sarsılmaz bir inanç. Eninde sonunda herşeyi başaracağına, herşeyi yapabileceğine olan sarsılmaz bir inanç. İkincisi; kendisi olmasa da dünyanın döneceğine, hayatın ve mücadelenin süreceğine; şu anda görünürde olmasa bile giden iyilerin yerini dolduracak başka iyiler çıkacağına olan inanç. Her iki özelliği de uyumlu biçimde kaynaştırmak zordur, çünkü bunlar birbirine zıt, çelişkili şeylerdir. 
Birinci özellik kişinin kendine sonsuz bir güvenini gerektirir. Kişi adeta kendini dünyanın merkezi görür. İkinci özellik ise kişinin kendisini önemsiz görmesini gerektirir. O olmasa da güneş doğar, o olmasa da hayat sürer, o gitse bile bir zaman sonra yerini belki de daha iyi bir başkası alır. Bu iki özelliği birbiriyle kaynaştırmak gerçekten zor. İnsanın hem tek başına kalsa bile sonuna kadar mücadele edebilecek güce sahip olması; hem de gerektiğinde bir hiç, önemsiz bir şeymişçesine kendini feda edebilmesi. Bu insanın en az kendisi kadar başkalarına da güvenebilmesini gerektirir. Fakat bu o kadar zor ki Belma. Özellikle devrimci mücadelede, özellikle öncü savaşında kişilerin bu ikili özelliğe sahip olmaları gerek. Ancak bunun gerçekleşmesi uzun bir zaman ve çaba istiyor. İnsan kendisi kadar başkalarına da güvenmedi mi kendisiyle çok şey bitecek sanıyor ve doğal olarak ürkekleşiyor. Yüksel geçmişte, bizim en büyük silahımız aramızdaki sarsılmaz güvendir, derdi. Doğrudur. Bu nasıl yaratılır? Bunun hayatın içinde, pratiğin içinde oluşacağını söylemek herkesin bildiği bir şeyi tekrarlamak olur. Sorun bunun nasıl olacağıdır.
  Devrimcinin görevi yeni bir dünya yaratmaktır. Ancak tek başına bu ifade eksiktir. İnsan yeni bir dünya yaratırken kendini de yeni baştan yaratır. Değişir, öğrenir, gelişir. Hayatla bütünleşir, hayatın ta kendisi olur. Hayat kadar çok yönlü, karmaşık; hayat kadar enerji dolu, hayat kadar acı, hayatın bizzat kendisi gibi sabırlı olur. Ama insan bu dünyayı değiştirme sürecinde kendini yeni baştan yaratırken yalnız değildir. Başka insanlarla birlikte bu işi yapar. İşte insanın o ikili karakteri kazacağı süreç budur: Bir yandan hayatı bir yandan da yanındakileri değiştirmek. Bunu yaparken de bir yandan hayat diğer yandan da yanındakiler tarafından değiştirilmek. Kendimizi hayata ve başkalarına yerleştirirken (yani onlarda kendimizi yaratırken) hayatın ve beraber olduklarımızın da aynı şeyi yapması (yani onların da bizi değiştirmeleri, bizde kendilerini yaratmaları). İnsan o zaman iyi bir bütünün (bu bütün küçük olsa da önemi yok) iyi bir parçası olarak hisseder kendini. İşte anlattığım o ikili karakter bu durumda kazanılır. Zor iş ama imkânsız değil.
İyi bir bütünün iyi bir parçası olmak genellikle (hele bizim gibi yeni bir örgütün durumunda) iyi parçaların çoğalarak bütünü belirlemesiyle olur. Eski bir örgüt olsa idik bunun tersi olur, zaten iyi olan bütün yeni gelen parçaları eğitirdi. Biz yıllarca (kendisi de pek iyi olmayan parçalarla) iyi bir bütün yaratmaya çalıştık. Ancak bu süreç tamamlanmış olmaktan uzaktır. Hele de benim için. O kadar yük taşıdım, o kadar şeye koştum ki, benden sonra çok şey bitecekmiş gibi gelmeye başladı bana (geçen mektupta bahsettiğim bireycilik eğilimi). Ama öyle olmadığını göreceğim, şimdiden görmeye bile başladım. Bazan kendimden çok başka yoldaşlara güvendiğimi bile hissediyorum. Ama bu konuda daha çok yol almalıyım. İnsan kendi başına iyi bir parça olmak yolunda ancak bir noktaya kadar gelir. Daha sonra parçayı daha da iyileştirecek olan bütündür; iyi bir bütün.
Burada kısıtlı şartlar altında karakterimizin her iki yönünü de ne kadar geliştirebiliriz bilmiyorum. Ama olduğunca yapmalıyız. İnsanı tanımak zor iştir ama olanaksız değil. Ben işe senden başlayacağım. Sen bazı konularda (dengeli gelişimin sonucu) benden daha iyisin. Bana dışarıya kapalı olduğumu söylersin ki yanlış denemez. Ama inan Belma sen de başka yönlerden en az benim kadar kapalısın. Somut söyleyemeyeceğim ama hissediyorum bunu. Senin o dünyana gireceğim (sen de benimkine gireceksin). O dünyalar ki güzel, parlak, muhteşem şeylerin yanında utanılacak şeyleri de barındırabilir. Son derece doğaldır bu. Bana bu konudaki düşüncelerini yaz. Ve yine belirteyim, bu konular seni sıkıyorsa eğer (ama sıkmasını da hiç istemem) onu da belirt.
Aklıma gelmişken söyleyeyim. Senin evde söylediğin bütün o türküler burada sık sık çalınıyor. Hepsi de mapushane türküsüymüş. “Demir kapı kör pencere”, “500 atlı ile kestiler yolu), “görecek günler var daha”. Bu nedenle hep seni hatırlayıp normal birkaç tane içmem gerekirken her gün en az yarım paket sigara içiyorum. Nolucak şimdi?
Bu akşam (Cuma akşamı) koğuşta arama yaptılar. Sürekli marş söyledik. Jandarmalar bayağı ajite oldu. Çoğu bizim koğuşa getirildikleri için küfrediyordu. Doğru dürüst de aramadılar zaten. Mücadele her yerde, her zaman, her boyutta sürüyor. Geceleri zaman zaman marş söylüyoruz. Devrimcilikteki ilk yıllarımı hatırlayıp neredeyse kendimden geçiyorum. İnsanın zaman zaman her şeyi unutup kendini sadece kitlenin bir parçası olarak görmesi çok güzel bir şey.
Ümraniye gecekondularında çatışma olmuş. Üç kişi ölmüş. Ah demekten başka yapacak bir şey yok. Bu zamanda da içerde olunur mu.
Dışarıya genel olarak ne yapılması gerektiği konusunda, polisteki tavır hakkında bir mektup yazacağım. (Rıza’nınkinden (20) daha farklı olmayacak). Artık sorumlu değilim ama bu kesin bir zorunluluk. Dışarıya moral, destek ve yol göstermek gerek. Her yerde, her zaman, her şart altında mücadeleyi bırakmadığımızı göstererek onlara örnek olmalıyız. Bu yakınlarda ailelerinizden fazla para isteyin, bir kısmını dışarıya verelim, ihtiyaçları olacaktır.
Bu gece gene cezalardan bahis açıldı. Ne biçim millet anlayamadım gitti. Dışarıda 24 saat sonrasını düşünmeyenler burada 24 sene sonrasını düşünüyorlar. Ben ne kadar yatacağımı filan hiç düşünmüyorum. Kıramaz isek idamla yargılanıp 36 yıl yiyeceğim kesin (belki 24’e iner). Kaç yıl sonra çıkarız Allah bilir. Bunca zaman mücadele içinde olamamak, bunca zaman eli silah tutamamak, bunca zaman sana sarılamamak insanı öldürür be. Ama dedim ya düşünmüyorum. Umutsuzluğa da kapılmıyorum. Hayaller de kurmuyorum (kolayca kırarız vb. türünden). İşler o kadar basit değil. Herşeyden önce sabır gerek. Bütün olanakları teker teker sabırla deneyeceğim, sizlerden de destek isteyebilirim. Mücadele, her yerde her zaman şartlar ne olursa olsun mücadele. Hayata yenilmeyeceğiz. Hayat bizi çok zorluyor ama yenilmeyeceğiz. Tek tek kişiler olarak da bütün olarak da yenilmeyeceğiz. Hayatı, yolunda herşeyimi verdiğim mücadeleyi ve seni sevdiğim için yenilmeyeceğim, yenilmeyeceğiz; sen de yenilmeyeceksin. Sevgilim, karım benim. O harcadığımız enerji, o çekilen acılar, üzüntüler boşa gitmedi. Göreceğiz o günleri, hem de beraberce. Bunu hissediyorum hem de kuvvetle hissediyorum. Sevgili karım benim, kendine iyi bak. Avukatın yanında iken ellerin çok soğuktu. Ben de üşütüp hasta oldum. Kendimizi koyvermemeliyiz. Geceleri çok düşünüyorum. Bazan mücadelenin içinde olduğum günleri, bazan birbirimize sarılıp uyuduğumuz geceleri. Seni çok seviyorum ve bu da bana güç veriyor. Bilirsin geçen kış sık sık söylerdim: Örgütümüzün bir şarkısı vardır: “Bunlar da geçer. Neler gördük biz, neler çektik biz. Bunlar da geçer.” Bana yaz. Olabildiğince uzun yaz. Yazmak insanı ferahlatır. Uzun uzun aklına ne geliyorsa yaz. Bir daha seni mahzun görmek istemiyorum. Sen iyi olursan ben daha da iyi olurum.
Bana beni sevdiğini yaz. Benim için neler düşündüğünü, neler düşündüğünüzü etraflıca yaz. Bunlara ihtiyacım var, daha iyi olmak için ihtiyacım var. Kendini benim için sakın üzme. Eğer böyle yaparsan inan çok üzülürüm. Ben çok şey gördüm. Ölümler, başarısızlıklar, acılar, ayrılıklar. Bunlar ve mücadelenin ateşi yüreğimi yakıp, kuruttu. Ama benim o çoraklaşan yüreğimde yine de bir fidan yeşerdi. Senin sevgin yeşerdi. Olağanüstü bir şey bu.
Ben biraz aceleciyimdir. Bütün hayatım kendimi bildim bileli bazan boş yere de olsa koşturmakla geçti. Ben değil ama başkaları geriye baktığında klasik ve devrimci anlamda yapılmış birşeyler görüyorlar. Okul bitirdik, askere gittik, evlendik, çalıştık, çocuk sahibi olduk, vb. Devrimci bir örgütün kuruluşunda, gelişmesinde aktif rol aldık, vb. Ama birkaç şey var ki onları yapmasaydım biraz yazık olurdu. Sana olan sevgimi açıklamak, senin eline silah vermek ve örgütün tarihinde yaptığı en tehlikeli iki eyleme önderlik (İnter ve Harbiye (21).  Bunun yanında kendimde bir sürü eksiklik ve hata da görüyorum (bazan kendime küfredecek kadar). Ve ben seni sevdim Belma. Çok sevdim. Bazan kendimi sana layık bile görmüyorum. Anla artık benim gözümde neredesin. Onun için iyi ol. Sana da ancak iyi olmak yaraşır. Sadece sen değil herkes iyi olsun. Batmadık, yıkılmadık. Öyle olsaydı bile buradan, oturduğumuz yerden bir, üç, belki beş yılda ama mutlaka yeniden kurardık. Eksiğiz, yetersiziz, hatalıyız ama bu güç de bizde var Belma. Siyasi yönden güçlü olan er geç ağır basar. Devrim on yılların mücadelesidir. Biz daha başında sayılırız. Neresinde olursak olalım görevimiz üzerimize düşeni yapmaktır.
Sana ve diğer yoldaşlara (ötesini söyleyemiyorum, anlayın artık). 
      E.


      DİPNOTLAR
  20. Rıza Salman. Ankara Merkez Cezaevi’nde bulunuyordu. Bir eylem sırasında yakalanmış ve bir gözünü kaybetmişti. 
21. 1 Mayıs 1977’de Taksim’deki kalabalığa ateş açılan Intercontinental otelinin kurşunlanmasıyla Harbiye Orduevi karşısındaki Akbank şubesinin soyulması.